Bir kimsenin vefatından sonra geçerli olmak üzere malını kişi ya da hayır kuruluşlanna bırakmasına veya ölümünden sonra yapılmasını istediği şeye vasiyet denir.
Bilinen bir gerçektir ki insan, sağlıklı günlerinde uzun süre yaşayacağını düşünür ve daha ziyade dünyevi işlerle meşgul olur, ahiret için yeterince hazırlık yapmayı pek aklına getirmez.
Ne zamanki hastalanır, yaşama ümidi azalır ve ölümden endişe etmeye başlar, işte o zaman ölüm ötesi yolculuğa eli boş gitmekten korkar, malı ile hayır işlemediğine üzülür.
Malını bırakacağı vârislerinin ne yapacağını, bıraktığı malları nerelerde ve nasıl harcayacaklarını da kestiremez.
Peygamberimize, “Sadakanın en hayırlısı hangisidir?” diye soruldu. Peygamber Efendimiz bu soruya cevaben şöyle buyurdu:
-“Sen sağlıklı ve mala düşkün olduğun, zengin olmak isteyip fakirlikten korktuğun sırada verdiğin sadakadır. Can boğaza dayandığı sırada; “Şu falanın, bu falanın.” diyeceğin zamana kadar sadakayı erteleme. O zaman malın zaten falanın olmuştur.”
En iyisi, sağlığında yetimleri, yoksul ve kimsesizleri görüp gözetmek, hayır kurumlarına yardım etmek suretiyle hem dünya hayatında, hem de öldükten sonra hayırla anılmaya vesile olacak işler yapmaktır.
Ünlü şair Sa’di Şirâzi ne güzel söylemiş:
“Azığını kabrine kendin gönder.
Senden sonra kimse göndermez, sen önden gönder.”
Sağlığında hayır işlemekte cimri davranmış, iyilik yarışında geç kalmış olanlara bu hatalarını telafi etmek için bir imkân daha tanınmıştır. Bu imkân vasiyettir.
Yapılan hataları kısmen de olsa telafi etmek ve dünyada hayırla anılıp ahirette sevaba nail olmak için, malının bir bölümünü ölmeden önce “vasiyet” etmek gerekir.
Bu, iyi değerlendirilmesi gereken son fırsattır. Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz Allah Teâlâ, ömürlerinizin sonunda mallarınızın üçte birini size bağışlamıştır ki onunla amellerinizi artırırsınız. Onu istediğiniz yere koyabilirsiniz.”