Peygamber Efendimiz ve dört halife döneminden sonra İslam’ın ilk yüzyılında Müslümanlar arasında ortaya çıkan ve toplumu derinden sarsan büyük fitne, ayrıca halkın dünyevileşmeye yönelmesi, ibadet ve taatten yüz çevirmesi, İbadet ve dinî yaşayışta ciddi bir gevşeme ve zayıflamaya sebep oldu.
Hulefa-i raşidin devrini takip eden Emeviler zamanında yönetim saltanata dönüşünce, saadet asrındaki tevazu ve sade yaşayış yerini; lüks, israf ve sefahat aldı. Ahmet Cevdet Paşa’nın şu tespitleri o devrin durumu hakkında yeterli bilgi vermektedir. Özetle diyor ki: “Emeviler heva ve heveslerine tabi olup bir takım bağışlarla halkın gönlünü almaya çalışmışlar, daha sonra bu yardımları da keserek devletin gelirlerinden sadece kendileri yararlanmıştır.
Emevi idarecileri -çok azı müstesna- mal ve mülk edinme hususunda o kadar hırslı idiler ki gayr-i müslim iken İslam’ı kabul edenlerden vergi alınmaması gerekirken, devletin gelirleri azaldığı gerekçesiyle bazı yöneticiler cizye (gayr-i müslimlerden alınan vergi) almaya devam ettiler. Ömürleri zevk ve sefa içinde geçen bu inşanların servet edinmekten başka düşünceleri yoktu.
Bu sebeple ümmetin salihleri, samimi Müslümanlar bunlardan nefret etmiş, halk yüz çevirmişti.”
Müslüman toplumun düştüğü bu durum karşısında samimi Müslümanlar bu olumsuzluklardan rahatsız oldular, fitneye düşmekten çekindiler. Hz. Peygamber’in ve onun seçkin ashabının sade ve mütevazi hayat tarzının kurtuluş için takip edilecek en emin yol olduğunu ortaya koydular. Kur’an ve sünnet çizgisinde yürüyerek diğer insanlara örnek oldular.
İnsanın, içini her türlü kötü düşüncelerden, dışını bütün kötü fiil ve davranışlardan arındırma, iyi huylar ve güzel amellerle süsleme şeklindeki bu anlayışa daha sonralan “tasavvuf denildi.
Tasavvufun ifade ettiği bu vasıf ve özelliklere sahip olgun insanlar da “mutasavvıf’ adı verildi. Ve tasavvuf kültürü gelişmek zamanla İslami ilimler arasında yer aldı.
Temiz ve samimi Müslümanların ortaya çıkan üzücü olaylardan uzak durup uzlete çekilmesi ve dünyevileşmeden yüz çevirip ibadete yönelmesine “zühd” hareketi, bu anlayışın zamanla sistemleşip prensiplerinin tespit edilmesine “tasavvuf’, tasavvufun tarihî süreç içinde kurumlaşmasına “tarikatlar” dönemi denir.
Tasavvufta önemli olan İslami esaslara uygun bir hayat yaşamaktır.
İlk dönemdeki anlayış bu idi. Örneğin; bir kimse, İslam’ı en ince ayrıntısına kadar yaşamaya çalışır, sadece insanlan değil, hayvanları da incitmekten sakınır.
Ünlü sûfı Fudayl b. İyâz, “İnsan, iyiliğin her şeklini yerine getirse, fakat sadece kümesteki tavuğa kötülük etse yine de iyi insanlardan olamaz.” demiştir.
Bu sebeple tasavvufu, insan kalbini arındıran, ruhunu yücelten ve insan-ı kâmil mertebesine eriştiren bir vasıta olarak düşünebiliriz.
Bir gönül terbiyesi olan tasavvufun gayesi, Müslümanlığın istediği olgun mü’min, iyi insan yetiştirmektir.
Tasavvuf kültürü ile yetişen Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Abdülkadir Geylani, Celaleddin Rumi, Hacı Bektaş Veli, Ahi Evran, Hacı Bayram Veli ve Ak Şemseddin gibi büyük mürşitler ahlaki faziletleri ve örnek yaşayışları ile toplumlan aydınlatmış, gönülleri fethetmişlerdir.
Bu büyük şahsiyetler bulundukları bölgelerde insanları ahlaken eğitmiş, günah bataklığından ve kötü alışkanlıklardan kurtarmış, insanlar arasında kardeşlik bağlarını güçlenmesinde, huzur ve sükûnun sağlanmasında önemli katkıları olmuştur.
Esasen dinî ilimlere vâkıf, riyadan ve her türlü çıkar düşüncesinden uzak, özü sözüne uygun samimi, dürüst ve İslami yaşayışı ile topluma örnek olan mürşitlerin önderliğindeki tarikatlar, Müslüman halkın din! inanç ve duygulannı canlı tutmanın yanında gayri müslimlerin İslam’a girmesine vesile olmuş, tarih boyunca Müslumanlar tarafından fethedilen ülkelere yerleşip İslamiyet’i yaymak gibi önemli görevler icra etmişlerdir.
Mesela; Türklerin İslamiyet’i kabul etmesinde tarikat ehlinin, özellikle Yesevi tarikatının yaptığı irşatların büyük rolü olmuştur. Orta Asya’da, Hindistan ve bazı Uzakdoğu ülkelerinde İslamiyet’in yayılması, Anadolu ve Balkanlarda gayr-i müslim ahalinin İslam’ı seçmesi büyük ölçüde tarikatlar vasıtasıyla gerçekleşmiştir.
Tarikatların bu başarısı, örnek yaşayışları ile insanların gönül dünyasına hitap etmelerinden kaynaklanmıştır.
Ancak tarih boyunca en çok istismar edilen konulardan birisinin de tasavvuf anlayışı ve tarikatlar olduğu unutulmamalıdır.
Başlangıçta iyi niyetle ortaya çıkan ve amacı, fert bazında İslam’ı en iyi şekilde yaşamak ve Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanmak olan tarikatlardan bazıları zamanla bozulmuştur.
Zamanla Kur’an ve sünnete bağlı, şer’i hükümlerden kıl kadar ayrılmayan ve içinde bulundukları toplumun saygısını kazanan tarikat önderleri yerine; dinî bilgileri yetersiz, şöhret, şehvet ve maddi çıkar peşinde koşan, samimiyetten ve İslamı yaşayıştan yoksun kimselerin geçmesi, Müslümanlar için zararlı sonuçlara yol açmıştır. (güncel dini meseleler)