Öldükten sonra kabirdeki hayatın varlığını ifade eden ayetler ile çok sayıda sahih hadis vardır.
Berzah âleminde, yani kabir hayatında bazı insanların inanç ve amellerine göre, kendilerine bahşedilen nimetlerin lezzetini tadacakları, bazılarının da işledikleri kötülüklere karşılık azabın acısını hissedecekleri, konu ile ilgili ayet ve hadislerde açıkça bildirilmiştir.
Yüce Rabbimiz, Allah yolunda öldürülen ve şehitlik mertebesine erişenler hakkında şöyle buyuruyor:
“Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.” (Bakara 154) Diğer bir ayette de şöyle buyurulmaktadır:
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler. Rableri katında Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandınlmaktadırlar.” (Ali İmran 169-170) bu ayetler, şehitlerin kabirlerinde de diri olduklarını ve Allah tarafından bahşedilen nimetlerden yararlandıklarını ve bundan dolayı büyük bir sevinç içinde olduklarını göstermektedir ki bunlar, kabir hayatının varlığını gösterir.”
Çünkü nimetlerden ancak hayat sahibi olanlar yararlanabilir ve sevinç duyabilir.
Kabirlerinde azap çekenlerle ilgili ayetler ise şunlardır. Nuh (as.), kavmini imana davet etmiş, onlara merhamet göstermiş, azgınlıklarına uzun süre sabretmiş fakat pek azı hariç yine de iman etmemişler, küfür ve azgınlıklarından vazgeçmemişlerdir. Sonunda çaresiz kalan Nuh (as.) onların yok edilmeleri için Allah’a niyazda bulunmuş ve duası kabul edilmiştir. Bunun sonucu olarak inkârcıların tamamı tufanda boğulmuştur.
Bu inkârcıların korkunç akıbetini Kur’an-ı Kerim şöyle haber vermektedir:
“Günahları yüzünden tufanda boğuldular, ardından ateşe atıldılar. Kendilerini Allah’a karşı koruyacak yardımcılar da bulamadılar.” (Nuh 25)
Bu ayet, Nuh’un kavminin boğulduğunu ve hemen ardından da ateşe atıldığını bildirmektedir. Ayette “boğuldular” kelimesinden sonra “Fe udhilû nâren” cümlesinin başındaki “F” harfi, Arab gramerinde takip içindir. Yani onlar boğulmuşlar ve ardından hemen ateşe atılmışlardır. Bu ise kabir azabıdır. Bunu ahiretteki cehennem azabı ile yorumlamak isabedi değildir. Çünkü kıyamet henüz kopmamıştır. Cehennem azabı, kıyamet koptuktan ve insanlar mahşerde Allah’ın huzurunda yargılandıktan sonradır. Oysa ayet, binlerce yıl önce meydana gelen bir olayı anlatmaktadır.
Kabir azabı çekmekte olanlardan biri de tarihin kaydettiği en büyük zalimlerden biri olan Firavun ve taraftarlarıdır. Onların da ölümden sonraki durumları Kur’an’da şöyle anlatılmaktadır:
“Firavun ailesini, azabın en kötüsü kuşattı. (Öyle bir) ateş ki onlar sabah akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de, ‘Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun.’” denilecektir. (Mümin 46)
Firavun ve taraftarları boğularak kötü bir azap ile mahvoldukları gibi ahirete kadar berzah âleminde de akşam sabah ateşe arz olunarak azap edilmektedirler. Ayette yer alan “Kıyametin kopacağı gün de Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun.” cümlesinde bildirilen “azabın en şiddetlisi”, kıyametteki azap olduğuna göre, akşam ve sabah arz olundukları ateş berzah âlemindeki azaptır.
Konuya dil açısından baktığımızda da aynı sonuca varırız. Şöyle ki: Ayetteki “Kıyametin kopacağı günde de ‘Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun.’” cümlesi, baş tarafta yer alan “(Öyle bir) ateş ki onlar sabah akşam ona sunulurlar.” cümlesine atfedilmiştir. Arapçada matuf, matufun aleyhten başka bir şeydir. Buna göre Firavun ve taraftarlarının akşam sabah çektikleri azabın, kıyametteki azaptan önce başka bir azap olması gerekir ki o da kabir azabıdır.
Münafıklar da kabir azabına uğrayanlar arasında yer almıştır. Bunların durumunu bildiren ayetin meali şöyledir:
“Biz onları biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir.” (Tevbe 101)
Ayette ifade edilen iki defa azaptan biri, dünyada çekecekleri azap, İkincisi de kabir azabıdır. Sonra itilecekleri büyük azap ise kıyametten sonra ebedî olarak kalacaklan cehennem azabıdır.
Kabir azabı hakkında Peygamberimizden rivayet edilen çok sayıda sahih hadis vardır. Bunlardan birkaçı şöyledir:
Hz. Aişe diyor ki:
Kabir azabının olup olmadığını peygambere sordum. O, bana,
“Evet kabir azabı haktır.” buyurdu.
Ondan sonra Allah Resulünün her namazda kabir azabından Allah’a sığındığını gördüm.
Ensardan ölen bir adamın kabri kazılırken Peygamberimiz orada bulunanlara hitaben,
“Kabir azabından Allah’a sığının.” buyurdu ve bu sözünü üç defa tekrarladı.
İbn Abbâs anlatıyor:
Hz. Peygamber iki kabre uğradı ve “Bu kabirlerde yatanlar muhakkak azap olunuyorlar. Hâlbuki büyük bir şeyden dolayı azap olunmuyorlar.” buyurdu. Sonra da; “Evet biri laf taşırdı, diğeri de sidiğinden sakınmazdı.” dedi.
Kabir azabı hakkında çok sayıda sahabi Peygamberimizden hadis rivayet etmiş, bu hususta rivayet edilen hadisler mana itibariyle tevatür derecesine ulaşmıştır. Hatta Peygamber Efendimizin kabir azabından Allah’a sığındığına dair haberlerin tevatüren rivayet edildiği İslam âlimlerince ifade edilmiştir.
Yukarıda anlamlarını sunduğumuz ve izah etmeye çalıştığımız ayetler, kabir hayatının varlığım gösterir. Önde gelen tefsir ve kelâm âlimleri ayetleri böyle açıklamıştır. Bu hususta Peygamberimizden rivayet edilen çok sayıda sahih hadis de ayetlerin manasına uygun bir şekilde hem kabir hayatını ispat etmekte hem de bu hususta bize daha geniş bilgi vermektedir.
Müslümanlar kabir sualine ve bunun sonucunda kâfirlerin ve günahkâr mü’minlerin azap çekeceğine, Allah’ın emirlerini yerine getirip kötülüklerden uzak duran mü’minlerin ise kıyamete kada devam edecek olan bu hayatı rahat ve huzur içinde geçireceklerine inanır ve bunda asla şüphe etmezler ki Peygamberimizden itibaren günümüze kadar Müslümanlar bu inancı korumuşlardır. Ancak sayılan az da olsa buna aykırı, bazı yanlış görüşler ortaya atanlar olmuşsa da kabir hayatını kabul etmeyen bu kişilerin sağlam ve inandırıcı bir delilleri yoktur. Bu görüşte olanlar konu ile ilgili bazı ayetleri kendi yanlış kanaatleri doğrultusunda yorumlamaya çalıştıkları gibi çok sayıda sahih hadisi de görmezden gelmişlerdir ki bunları kabul etmemiz mümkün değildir. Müslümanların böyle sakat görüşlere itibar etmeyeceğinde şüphe yoktur.