Medine’de yaşayan bazı yahudi âlimleri, ziyarete geldiler ve Hz Peygamber’e: Ya Ebe’l-Kasım! Sana birtakım sorular soracağız. Bunlara ancak bir peygamber cevap verebilir. Eğer siz gerçekten bir peygamber iseniz, bunları bize cevaplayınız” dediler.
Resûlullah da onlara: “Ne istiyorsanız sorun!” buyurdu ve arkasından da: “Allah adına bana söz verin. Hz Yakub’un oğullarından aldığı yemini (ahdi) ve misakı ben de sizden almak istiyorum. Doğru cevaplarsam, bana inanacak ve tabi olacak mısınız?” diye sordu. Onlar da: “Dediğin gibi olsun” diyerek, dört soru soracaklarını söylediler.
1) Tevrat inmeden önce, îsrâiloğulları’nın kendi nefislerine haram kıldığı yemek ne idi?
2) Erkeğin suyu nasıldır? Kadının suyu nasıldır? Çocuklar neden erkek veya kız olurlar, sebebi nedir?
3) Ümmi peygamberin uykusu nasıldır?
4) Meleklerden onun dostu ve yardımcısı kimdir?
Bu soruları dinleyen Hz Peygamber, onlara: “Sorularınıza istediğiniz şekilde cevap verirsem, bana uyacak mısınız?” diyerek, onlardan yemin ve söz aldı. Bunun üzerine onlar yemin ettiler ve söz verdiler.
Hz Peygamber: “Tevrat’ı indiren, Yüce Allah’ın üzerine size yemin ederim ki; bir gün hastalanan İsrâilliler’in önderi, Yüce Allah bana şifa verirse, ben de en sevdiğim deve etini ve deve sütünü kendime haram kılacağım” demişti. Bunu duyan âlimler, “Doğru söyledin” dediler.
Hz Peygamber: “Allah’ım şahit ol!” diye dua etti ve şöyle devam etti: “Siz bilmiyor musunuz ki, erkeğin suyu -menisi- koyu ve beyazdır. Kadınınki ise, sarı ve incedir. İlişki esnasında hangisinin suyu galip gelirse, Allah’ın izniyle çocuk onun olur ve ona benzer. Eğer erkeğin suyu kadınınkinden fazla olursa, çocuk erkek olur. Gene de bütün bunlar Allah’ın izni ve takdirine bağlıdır.” Bunun üzerine Yahudi âlimler: “Evet! Cevap yerindedir ve doğrudur” dediler. Sevgili Peygamberimiz de: “Ya rabbi! Sen şahit ol!” buyurdu.
Hz Peygamber cevaplarına devamla: “Tevrat’ı Hz Musa’ya indirene, Yüce Allah’a yemin olsun ki bu ümmi peygamberin yalnız gözleri uyur. Kalbi uyumaz ve daima uyanık kalır” deyince, yahudi âlimler: “Allah için bu da doğrudur” dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: “Yarabbi! Şahit ol!” buyurdu.
Son olarak Hz Peygamber: “Meleklerden dostum ve arkadaşım Hz Cebrâ-il’dir” buyurunca yahudi âlimler: “Bu noktada senden ayrılıyoruz. Eğer meleklerden başkasını dost edinseydin sana uyabilirdik” bahanesini ileri sürdüler. Arkasından da: “O melek bizim düşmanımızdır” diyerek, sordukları sorulara doğru cevap aldıkları halde inatlarından vazgeçmediler, çekip gittiler.
Küfründe, nifakında ısrar etmek isteyenler her zaman bir mazeretin arkasına sığınırlar ve inatlarını sürdürürler. Bu gerçek insanlık, dolayısıyla tevhide davet çağları boyunca hep böyle olmuştur. Bu hiçbir zaman da değişmeyecektir. Çünkü Kur’ân böyle söylüyor.
Bunun üzerine aşağıdaki âyet-i kerîmeler indirildi:
“De ki -ey peygamber-: Kim Cebrâile düşman ise bilsin ki gerçekten o Kur’ân-ı Kerîm’i Allah’ın izni ile senin kalbine indirdi. Kur’ân-ı Kerîm onların ellerinde bulunan Tevrat’ı tasdik ediyor. Müminler için de bir hidayet kaynağı ve bir müjdedir. Ve kim Allah Teâlâ’ya, meleklerine, Cebrâile ve Mikâile düşman ise, bilsin ki, Allah Teâlâ da muhakkak surette kâfirlerin düşmanıdır.
Yemin olsun ey peygamber, biz sana apaçık âyetler indirdik. Onları yalnız fâsık olanlar inkâr ederler. Onlar -yani yahudiler ve onların âlimleri- her ne zaman bir ahit ve misakta (söz vermede) bulunurlarsa, içlerinden bir fırka onu bozup duracak mı? Hayır, onların pek çoğu -ellerindeki Tevrat’a bile iman etmiyorlar-.
Onlara, kendi ellerinde bulunan kitabı, Tevrat’ı tasdik eden bir peygamber geldiği zaman, kendilerine kitap verilenlerden bir topluluk, Allah’ın kitabını arkalarına atmışlardır. Sanki onlar gerçeği bilmiyorlar.” (Bakara, 97-101; Ebti’l-Pazl Celâleddin Abdurrahman b. Ebt Bekr Suyuti, ed-Dürrü’l-memur fi’t-tefsiri’l-me’sur, C. I, s. 89.)