Mucize, Peygamberlerin, Peygamber olduklarını ispat etmek için Allah (c.c.)’in yardımıyla gösterdikleri olağanüstü olaylardır. Mucize, Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşir. İnsanlar içinde yalnızca Peygamberler mucize gösterebilirler. Mucize ile Peygamberler, Peygamberliğini ispat etmiş olur.
Peygamber Efendimiz Hz Muhammed (sav)’in en büyük ve daimi mucizesi Kur’an-ı Kerim’dir. Diğer bazı mucizeleri de şunlardır;
• İsrâ ve Miraç mucizesi
Peygamberimiz hicretten bir buçuk yıl önce bir gece Burak adı verilen bir vasıta ile Mekke’deki Mescid-i Haramdan Kudüsteki Mescidi Aksa’ya getirilmiş, oradan da Cebrail aleyhisselam ile birlikte göklere yükselmiştir. Allah’ın davetlisi olarak peygamberimizin yaptığı bu yolculuk kainatta benzeri görülmemiş bir olaydır ve çok kısa bir zamanda gerçekleşmiştir. Allah’ın sonsuz kudretinin eseri olan bu olay, peygamberimizin “İsra ve Miraç” mucizesidir.
• Hurma kütüğünün inlemesi
Peygamberimiz (SAV), Medine’deki mescidde bir hurma kütüğünün üzerine çıkarak cemaate konuşurdu. Müslümanlar mescidde bir hurma kütüğünün üzerine çıkarak cemaate konuşurdu. Müslümanlar çoğalınca Peygamberimiz, daha yüksek bir yerden konuşmak için üç basamaklı bir minber yaptırdı. Bir cuma günü hutbeyi bu minberden okumaya başlayınca, mescidin öbür tarafında bulunan hurma kütüğünün, peygamberimizden ayrı kaldığı için yavrusundan ayrılan bir devenin feryadı gibi inlemeye başladığı duyuldu. Bunu gören Peygamberimiz mimberden inerek kütüğü kucaklayıp okşadı ve kütüğün inlemesi kesildi.
• Ayın ikiye bölünmesi
Bir gün Kureyş’in ileri gelenlerinden Ebu Cehil, Velid bin Muğire gibilerin de içinde bulunduğu bir grup müşrik, Peygamber Efendimize gelerek,
“Eğer sen, gerçekten söylediğin gibi Allah tarafından vazifelendirilmiş bir peygamber isen bize Ay’ı ikiye ayır. Öyle ki, yarısı Ebu Kubeys Dağı, diğer yansı Kuaykıan Dağı üzerinde görülsün” dediler.
Resul-i Ekrem Efendimiz,
“Şayet bunu yaparsam, iman eder misiniz” diye sordu.
Onlar,
“Evet, iman ederiz” dediler.
Davasında haklı ve doğru olduğunu göstermek için mu’cizeyi istemek Peygamberin vazifesidir. İstenilen mu’cizeyi yaratan ise Cenab-ı Hak’tır.
Ay’ın bedir haliydi, yani en güzel göründüğü 14. gecesiydi. Kainatın Efendisi, Allah’ın emir ve iradesi dairesinde hareket eden Ay’a şehadet parmağıyla işaret etti. Bu işaret-i Nebevi kafi geldi ve ay ikiye ayrıldı. Öyle ki yarısı müşriklerin istedikleri gibi Ebu Kubeys Dağı üzerinde, diğer yarısı ise Kuaykıan Dağı üstünde iki parça halinde göründü.
Resul-i Kibriya Efendimiz, orada bulunan halka,
“Şahid olunuz! Şahid olunuz!” diye seslendi.
Bu apaçık mu’cize karşısında da müşrikler, inad ve inkarlarından vazgeçmediler. Üstelik,
“Bu da Ebu Kebşe’nin oğlunun bir sihridir”2 diyerek asılsız bir te’vilde bulunarak kendi kendilerini aldatma ve teselli etme yoluna saptılar. Gözleri önünde cereyan eden hadiseyi elbette inkar edemezlerdi. İnkar edemedikleri için de, çıkar yol olarak “sihirdir” demek zorunda kalıyorlardı!
Etraftan Gelenlerin Aynı Hadiseyi Haber Vermeleri
Sırf Resul-i Ekrem Efendimizin davasına tasdik etmemek için bu apaçık mu’cizeye “sihirdir” diyen müşrikler, aralarında şöyle konuşmaktan da edemediler:
“Şayet Muhammed büyü yaptı ise, bu büyüsü bütün yeryüzünü kaplayamaz ya! Etraftan gelecek olan yolculara soralım, bakalım onlar da gördüklerimizi görmüşler mi?”
Etraftan gelen yolculara sordular. Onlar da aynısını gördüklerini itiraf ettiler. Bütün bunlara rağmen, ruhen ve kalben tefessüh etmiş, şirkle gönüllerini kirletmiş müşrikler, “iman ederiz” va’dinde bulundukları halde inanmadılar, ebedi saadetin kaynağına koşmadılar. Üstelik arkasından da şöyle dediler:
“Yetim-i Ebu Talib’in sihri semaya da tesir etti!”
Müşriklerin, Peygamber Efendimizin bu parlak mu’cizesini inkar etmeleri üzerine, Cenab-ı Hak, inzal buyurduğu ayet-i kerimelerde hadisenin vuku bulduğunu bildirip, onlarınsa imansızlıkta, yalanda diretip durduklarını beyan etti:
“Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı.Onlar bir mu’cize görseler yüz çevirir ve ‘Bu kuvvetli bir sihirdir’ derler.
Peygamberi yalanlayıp kendi heveslerine uydular. Fakat takdir edilen herşey bir gayeye ulaşacaktır.”
• Parmakları arasından su fışkırması
Bir gün, ikindi namazı yaklaşmış, ancak peygamberimiz abdest suyu bulamamıştı. Bunun üzerine peygamberimize içinde azıcık su olan bir kap getirdiler. Peygamberimiz (SAV) elini kabın içindeki suya koydu ve parmaklarının arasından su fışkırmaya başladı. Orada bulunan 300 kadar cemaat bundan abdest alıncaya kadar devam etti.
• Az yemekle çok insanı doyurması
Enes b. Malik anlatıyor:
“Resûlullah (asm), Zeyneb binti Cahş’la evleneceği gün, annem Ümmü Süleym, bana:
“Ey Enes! Allah Resûlü (asm) bugün gerdeğe girecektir. Sanıyorum ki, yanlarında hiç yiyecekleri de yoktur. Şu yağ tulumunu buraya getir!” dedi. Getirdim. Annem, yalnız Allah Resulü (asm) ile eşine yetecek kadar halis Medine hurmasını toprak bir çanak içinde yağla karıştırarak, hays isimli bir yemek yaptı.
“Ey Enes! Bunu Allah Resulü’ne (asm) götür ve deki: ‘Sana bunu annem gönderdi. Kendisi sana selam söylüyor. Bu sana tarafımızdan küçük ve az bir hediyedir yâ Rasûlallah!’ diyor de.” dedi.
Onu Allah Resulü’ne (asm) götürdüm ve:
“Annem sana selam söylüyor. Bu sana tarafımızdan küçük, az bir hediyedir yâ Rasûlallah!’ diyor.” dedim. Resûlullah (asm):
“Bırak onu!” buyurdu. Onu, kendisi ile duvar arasındaki boş yere koydum. Bana:
“Ebu Bekir’i, Ömer’i, Osman’ı ve Ali’yi çağır!” buyurdu. Ashabı olan halktan da, birçoklarının ismini andı, saydı. Resûlullah’ın (asm) azıcık bir yiyecek için birçok kimseleri yanına çağırmayı bana emir buyurmasına şaştım! Bununla beraber, emrine aykırı hareket etmeyi uygun görmeyip, onların hepsini çağırdım. Bana:
“Bak! Mescidde kim varsa, onları da çağır!” buyurdu. Öyle yaptım. Mescide gidip, namaz kılan veya orada uyuyan kimi buldumsa, onlara:
“Resûlullah’ın (asm) düğün ziyafetine buyurun!” dedim. Geldiler. Nihayet, sofa doldu. Bana:
“Mescidde kimse kaldı mı?” diye sordu.
“Hayır!” dedim. Bana:
“Bak! Yolda kim varsa, onları da çağır!” buyurdu. Çağırdım. Bana:
“Gelmeyen kimse kaldı mı?” diye sordu.
“Hayır yâ Rasûlallah! Kalmadı.” dedim. Sofa ve odalar doldu. Bana:
“Haydi, çanağı getir!” buyurdu. Çanağı getirip önüne koydum.
“Onar onar, herkes halka olsun ve herkes önüne konulan yemekten yesin!” buyurdu. Bu minval üzere cemaat takım takım gelip yemek yediler ve doydular. Bir takım çıktı, başka bir takım girdi. Böylece, herkes yemek yedi. Bana:
“Kaldır artık sofrayı ey Enes!” buyurdu. Ben de kaldırdım. Ama, çanaktaki yemek sofraya koyarken mi daha çoktu, yoksa kaldırırken mi daha çoktu, bilemiyorum. Çanağı zevcesinin yanına koyduktan sonra, annemin yanına vardım, görmüş olduğum hadiseye şaşakaldığımı söyledim. Annem, bana:
“Hiç şaşma! Eğer Allah bütün Medinelilerin yemesini murad buyurmuş olsaydı, hepsi de yerler ve doyarlardı!” dedi. O zaman, gelip yemek yiyenlerin sayısının üç yüz kadar olduğu bildirilmiştir.
• Geleceğe dair bazı hâdiseleri haber vermesi
Bir savaş esnasında müslüman saflarında yer alan Kuzman isimli biri, cesur bir şekilde savaşmaktadır. Rasulullah’a bu adamın cesaretinden bahsedildiğinde “bu adam cehennemliktir” der. Ashab bu sözü hayretle karşılar. Savaşın sonunda Kuzman ağır yaralıdır. Kendisine “Artık Allah’a kavuşma vaktidir” derler. Kuzman “ben Allah için savaşmadım ki” der. Aradan biraz geçince yaralarının acısına dayanamayıp intihar eder. Böylece Rasulullah’ın “o cehennemliktir” sözü anlaşılmış olur. (Buhârî, Megazi, 38