Abistan yarımadasında halk, genel olarak, bedevi ve hadari olmak üzere iki gruba ayrılmıştı. Hadariler, çoğunlukla Mekke, Yesrib, Tebuk gibi şehirlerde, bedeviler ise badiyede yani çölün hâkim olduğu iç kesimlerdeki kırsal bölgelerde yaşıyorlardı.
Coğrafi şartlara ve iklim özelliklerine göre oluşan bu yapının şekillenmesinde” yüzyıllardır süregelen gelenekler etkili olmuştur. Araplarda toplumsal yapı şehirlerde ve çölde hâkim olan kabile düzeni üzerine kurulmuştu.
Çöldeki kabileler sürekli göç etmek zorunda kaldıklarından yerleşik hayatları yoktu. Şehirde yaşayan kabileler, daha az göç ediyorlar ve daha rahat bir hayat sürüyorlardı. Şehirlerde oturan hadariler, kendilerine mahsus mahallelerde kabileler hâlinde oturuyorlardı.
Cahiliye Dönemi’nde Arapların toplumsal yapısı sınıf sistemine dayanıyordu. Arap toplumu, hürler, mevali, köleler olmak üzere çeşitli sınıflara ayrılıyordu.
Arap toplumun ve kurumlarının asıl kurucusu olarak görülen hürler, kendi aralarında ekonomik durum ve itibarlarına göre, çeşitli tabakalara ayrılıyordu. Asiller veya soylular adı verilen seçkin sınıfı zenginler, askerler, edipler ve kâhinler, tüccarlar ve yöneticiler oluşturuyordu.
Mevali adı verilen grup ise azat edilmiş ya da evlatlığa alınmış kölelerden oluşuyordu. Cahiliye âdetine göre bir köle, sahibinin evlatlığa kabul etmesi ya da onu azat etmesi yoluyla mevali kabul ediyordu. Mevali sınıfı efendilerine mirasçı olabildikleri için kölelerden biraz daha üstündüler.
Mekke veya civardaki açık köle pazarlarından satın alınan kimseler ile kabile savaşlarında elde edilen esirler ve kölelerin oluşturduğu grup ise hiçbir hakka sahip değillerdi. Erkek ve kadın köleler panayırlarda alınıp satılırdı. Sahibi ölünce köleler, ölenin akrabalarına miras olarak kalırdı. Bu insanlar muhtelif işlerde çalıştırılırdı. Köleler sadece birbiri ile evlenebilirdi. Bunlardan doğan çocuklarda köle kabul edilirdi.
Kölelik sistemi, o dönemde sadece Arap toplumunda görülen bir uygulama değildi. Asırlar boyu hem Araplarda hem de dünyadaki tüm imparatorluklarda ve toplumlarda var olan bir uygulamaydı.
Araplarda bağımsız bir aile düzeninden bahsetmek zordu. Çünkü çöl ortamında müstakil aile hayatı sürdürebilmek imkânsızdı. Dolayısıyla aileler ancak bir kabilenin parçası olmakla varlık ve anlam kazanabilirlerdi. Kabile içinde bir aile mensubu, aynı anda büyük ailesi olan kabilesinin de mensubu olduğunu bilirdi.
Araplar tarihte komşu devletler ve medeniyetlerle sürekli etkileşim hâlinde oldular. Geçen yüzyıllar boyunca birçok adet ve gelenek edindiler. Bu gelenekleri sorgulamadılar, atalarından kaldığı için öylece sahiplendiler.
İslam’dan önceki dönemde Mekke’ deki en yaygın adetlerden biride fal oklarıydı. Çekilen oklardan “yap” çıkarsa yapmak istediklerini yerine getirirler; “yapma” çıkarsa vazgeçerlerdi. Bu yazı putun tercihi sayılırdı. Eğer çekilen ok “boş” çıkarsa güçlük olmazdı. Tercih fal okunu çekene ait olurdu. Dilerse yeniden çekerdi.
Cahiliye Dönemi’nde tefecilik artmıştı. Araplar para ve benzeri mallarla birbirlerine borç verirler; kat kat faiz alırlardı. Faizcilik Araplar arasında o kadar yerleşmişti ki ticaretle onun arasını ayıramıyorlardı. Kur’an-ı Kerim’de yer alan;
“Bunun sebebi onların, “Alım satım da ancak faiz gibidir” demeleridir. Halbuki Allah alım satımı helâl, faizi ise haram kılmıştır.” (Bakara 275) ayeti onların bu yanlış inancını eleştirmiş ve faizi haram kılmıştır.
Kâhinlere inanmak ve büyücülük yapmakta oldukça yaygındı. Cahiliye Arapları Kâhinlere saygı duyar onları takdir ederlerdi. Ruhsal ve psikolojik problemlerinin çözümünde onlardan yararlanırlardı. Sıkıntıya düştüklerinde, bir afetle karşılaştıklarında kâhinlere giderler ve onlardan gayb ile ilgili haberler vermelerini isterlerdi.
Büyücülük, Araplar arasında oldukça yaygınlık kazanmıştı. Sihir, tılsım, nazar, falcılık, gibi büyücülükle ilgili kavramlar Araplar arasında yaygındı.
İslam’dan önce Arap Yarımadası’nda kadın ve kız çocukları hor görülüyordu. Kadınların hiçbir sosyal hakları yoktu. Bir erkek istediği kadar kadınla evlenebilirdi. Kadınlara mirastan pay verilmezdi.
Cahiliye Araplarının kötü âdetlerinden biri de kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleriydi. Ayrıca kız çocuk doğurmak; yüz karası sayılır, kız çocukları bazen diri diri toprağa gömülürdü “Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman… (Tekvir 9) ve “Ortak koştukları şeyler müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterirdik. (Enam 137) ayetlerinde Arapların bu çirkin geleneği dile getirilmiştir.
İslam öncesinde hâkim olan Cahiliye âdetleri Arap toplumunun, hakikati görmelerini engelliyordu. Toplumsal yapıya, aile hayatına ve kendi hayatlarına hâkim olan cahiliye âdetlerinin atalarının emaneti olarak görmeleri ve bu âdetleri sorgulamadan kabullenmeleri sayesinde Araplar cahiliye yaşayışını yüzyıllar boyu nesilden nesile taşımışlardı. Doğrunun ve hakikatin üzerini örtmelerine sebep olan Cahiliye hayatı, yaşama gayelerini anlamsızlaşmasına sebep oluyordu.