Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de bize öğrettiği dualardan biri de Hz. Yunus Peygamberin duasıdır. Bizde Hz Yunus peygamberin Kur’an’da geçen kıssasını ve duasını siz değerli takipçilerimiz için bu sayfada derledik.
Yunus Peygamberin Duası
Yunus Peygamber, balığın karnında şöyle dua etmiştir:
وَذَا النُّونِ إِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ
أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
“(Ey Peygamberim!) Zünnûn’u (balık karnına girmiş olan Matta oğlu Yûnus’u) da an; zira (o, kavmine) kızarak (yurdundan) ayrılıp gitmişti, bizim kendisine güç yetiremeyeceğimizi, (kavminin arasından çıkmakla kendisini kurtaracağını) sanmıştı. Nihayet karanlıklar içinde (kalıp); “(Ey Rabbim!) Senden başka hiçbir ilah yoktur. Senin şânın yücedir, ben zâlimlerden oldum!” diye yalvardı.” (Enbiyâ, 21/87)
Yüce Allah, Yûnus Peygamberin duasını kabul ettiğini şöyle bildirmektedir:
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ
“Biz de onun duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. İşte biz, mü’minleri böyle kurtarırız.” (Enbiyâ, 21/88)
Zünnûn, “balık sahibi” demektir. Burada Hz. Yûnus’u ifade etmektedir. Kurân’da onunla ilgili bahsedilen kıssanın özeti şudur: Hz. Yûnus’un kavmi, Allah’ın davetine kulaklarını tıkarlar. Buna kızan Hz. Yûnus, Hz. Yûnus, peygamber olarak gönderildiği kavminin yola gelmemesi üzerine Allah’ın iznini beklemeden orayı terk eder ve bir gemiye biner. Zanneder ki Allah, denizin ortasında kendisine ulaşamaz. Geminin yelkenleri açık ve rüzgâr da olduğu halde açıkta gemi durur. Gemidekiler işin farkına varırlar. “Aramızda mutlaka yanlış yapan birisi var. Onu arayalım, bulalım.” derler. Bir kura çekilir ve bu kura da Hz. Yûnus’a çıkar ve Hz. Yûnus, denize atılır. Allah-û Tealâ’nın gönderdiği çok büyük bir Yûnus balığı, Hz. Yûnus’u yutar. Hz. Yûnus, Yûnus balığının karnında, karanlıklar içinde Allah’ın nelere muktedir olduğunu idrâk ederek Allah’a yalvarır: Allah’tan kaçacağını sanarak başka birisine değil, kendisine zulmetmiştir. Bu olay, Kurân-ı Kerîm’de şöyle anlatılır:
Allahû Tealâ, onun bütün düşüncelerini bildiği için her an, her şeyden haberdardır. Çünkü ilmi ve rahmeti bütün insanları, canlıları ve cansızları, bütün boyutlarda kuşatmıştır. Allahû Tealâ’nın rahmeti ve fazlı, her şeye kâdir olan Allah’ın bir uzantısıdır. Eğer Allahû Tealâ bir dağın konuşmasını istiyorsa dağı, bir kuşun konuşmasını istiyorsa kuşu konuşturur. Dağlara da zikir yaptırır ama bunun adı artık zikir olmaz. Bu tesbihtir. Kimler Allah’ın adını “Allah, Allah, Allah, Allah…” diye söylerse, eğer bunu söyleten o varlığın iradesi değilse, Allah’ın irâdesi ise o zaman tesbih olur. Nitekim Enbiya Sûresi’nin 79. âyetinde Hz. Davut’un talebi üzerine Allahû Tealâ dağlara da kuşlara da zikrettirdiğini, yani Allah zikrettirdiği için onlara tesbih ettirdiğini ifade etmektedir.
Hz. Yûnus’un Yûnus balığının karnında iken Allah’a ettiği dua, şudur:
لآ إِلَهَ إِلاَّ أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
Okunuşu: Lē ilēhe illē ente subhâneke innî kuntu mine’z-zâlimîn.
Anlamı: «…Senden başka İlâh yoktur. Sen, Sübhân’sın (her şeyden münezzehsin). Muhakkak ki ben, zâlimlerden oldum.» (Enbiyâ Sûresi, 87. âyet)
Bu ayetlerde Allah, bedensel ve zihinsel her türlü hastalıktan kurtulmak için tedavi yollarına başvurulması gerektiğini, şifayı verenin Allah olduğunu vurgulamaktadır. Peygamberimiz (s.a.s.), Yûnus Peygamberin duası ile ilgili olarak;
دَعْوَةُ ذِي النُّونِ إِذاَ دَعَا وَهُوَ فِي بَطْنِ الْحُوتِ لَا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ
إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ فإِنَّهُ لَمْ يَدْعُ بِهَا رَجُلٌ مُسْلِمٌ فِي شَيْءٍ قَطُّ إِلاَّ
اسْتَجَابَ الَّهلُ لهُ
“Balık sahibi (Yûnus peygamberin), balığın karnında yaptığı duası; “lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’zzâlimîn (Ya Rabbî!) Senden başka ilâh yoktur, seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, gerçekten ben zâlimlerden oldum)” şeklinde idi. Bu sözlerle dua eden herhangi bir Müslüman yoktur ki Allah onun duasını kabul etmiş olmasın” buyurmuştur. (Tirmizî, De”avât, 85; bk. Hâkim, De”avât, I, 505)