Fil vakası ve Ebrehenin Kabeye hücumu

Habeşistan’ın Yemen vâlisi Ebrehe, Kâ’be’nin kudsiyyeti yüzünden Mekke’ye itibar ve hürmet gösterip oraya gidip gelen Arapları oradan çevirmek ve Yemen’e celb etmek maksâdı ile Yemen’in San’a şehrinde büyük bir kilise yaptırdı ve bütün Araplar buraya getirmeye çalıştı. Fakat Arapları, Mekke’deki Kabeden bir türlü vaz geçiremedi. Kâbenin kudsiyyet ve ihtişâmı, Araplar arasında, eski hâliyle devam ediyordu. Ebrehe’nin yatırdığı kiliseye hiç itibar etmediler. Hattâ bir çok hakâretlerde bile bulundular. Bu vaziyet karşısında, Kabe yerinde durdukça Arapları Mekke’den San’a’ya çevirmenin mümkün olamayacağım anlayan Ebrehe, Kabe’yi yıkmak ve ortadan kaldırmak için bir bahane aramaya başladı. Bu sırada San’a’daki kiliseye hakâretle bakan Araplardan biri, bu kilisenin mihrab tarafına hakaret maksadı ile büyük ve küçük abdestini yapdı. Bu suretle de Ebrehe’nin aramış olduğu bahane eline geçti.

Ebrehe, bu hâdiseyi bahane ederek Habeşlilerden teşkil etdiği muazzam ve muntazam bir ordu ile Araplara karşı harbe girmek ve Kâ’be’yi yıkmak maksadı ile Mekke üzerine yürüdü. Harplerde, fil kullanmak âdetleri olduğundan ordularında yüzlerce fil vardı. Ebrehe’nin kendisi de ordunun başında çok muhteşem bir şekilde süslenmiş Mahmûd ismindeki büyük bir file binmiş olarak ordunun önünde ilerliyordu.

Bu zamana kadar oralarda görülmemiş bu kadar büyük bir filin, büyük bir ordunun başında atdığı heybetli adımlar, Arapların dimağlarında müthiş bir te’sîr yapmışdı. Bunun için o sene vukû bulan bu mühim hâdiseyi, târih başı yapmışlar ve adına da ‘Fil yılı’ demişlerdir.

Bu muazzam ordu, Arabistan Yarımadasında Mekke’ye doğru ilerlemeye başlayınca, bu korkunç haber, Araplar arasında süratle yayılmaya başladı. Yer yer mukavemet göstermek isteyenler oldu, ise de ufak kuvvetler hâlinde olan bu mukavemetler, Ebrehe’nin muazzam ve muntazam ordusu karşısında dayanamıyarak mağlûb oldu. Bir çokları da esir düşdü.

Ebrehe, Taife geldiği zaman, biraz asker ile husûsî bir adam gönderip Mekke halkının mallarını ve hayvanlarını toplattırıp getirtti. Bu yağma mallar arasında Hazreti Muhammed aleyhisselâmın dedesi Abdülmuddalib’in de dörtyüz kadar devesi vardı.

Bunun üzerine Kurayş’liler, mukâvemet etmek için hazırlık yapmaya başladılar. Fakat bu muazzam ve muntazam orduya karşı silâhla mukâvemet gösteremiyeceklerini anlayınca da korkdular ve bu kararlarından vaz geçtiler. Abdülmuddalibin tavsiyesi üzerine her şeylerini alarak yakın dağlara çekildiler. Olanları oradan seyr etmeye başladılar. Mekke’de ise Abdülmuddalib ile yakınları kaldılar.

Ertesi gün şafak sökerken Habeşliler, Mekke’ye doğru ilerlemeye başladılar. Bunlar Mekke halkının erkeklerini tamâmen öldürdükten sonra kadınlarını da alıp götürecekler ve Kâbeyi yıkarak taşlarını bile bırakmayacaklardı.

Bu sırada Abdülmuddalib, bir kısım adamları ile birlikde yağma edilen mallarını ve develerini istemek üzere Ebrehe’nin yanına gitti. Ebrehe’ye müracaat edince, Ebrehe onları kabûl ederek hürmet etti ve niçin geldiklerini sordu. Abdülmuddalib de, develerini istemek için geldiğini söyledi. O’ndan bu cevâbı alan Ebrehe, alay ederek güldü ve, ‘Ben de Kâ’be’yi yıkma, diye yalvarmaya geldiğini sandım. Halbuki sen Kâ’be’ye hiç ehemmiyet vermiyorsun da develerini düşünüyorsun ‘ dedi. Abdülmuddalib de, ‘Evet ben develerimi düşünüyorum. Çünkü Kabe’nin sâhibi var: Onu O nuhâfaza eder Ben develerimin sahibiyim, onları isterim ‘ dedi. Abdülmuddalib de develerini alarak Mekke’ye döndü. Fakat Ebrehe, Kâbeyi yıkmak fikrinden vaz geçmedi.

Abdülmuddalib, Ebrehenin yanına giderken evvelâ Kâbeye gitmiş ve Kabe’nin örtülerine sarılarak, ‘Ya Rabb, bu senin evindir. Sana ibâdet olunan bir evdir. Biz Onu müdâfaadan âciziz. Onu Sen muhafaza et’ diye dua, etmişti. Abdülmuddalib’in bu duasından sonra hakîkaten Kâ’be’nin sâhibi Onu muhafaza etmiş ve Ebrehe ordusunu, Kâbeye sokmamıştır.

Ebrehe ordusu Mekke’ye yakın bir yere gelince ordunun önündeki Ebrehe’nin binmiş olduğu büyük ve heybetli fil, ileriye gitmek istemiyerek geri dönmek istemiş, ileri gitmesi için pek çok uğraşıldığı hâlde yine ileri gitmeyerek yere çökmüş, geriye döndürülünce de rahatlıkla gitmek istemiştir. Askerler, bu fil ile uğraşırlarken gök yüzü birdenbire Nemrud hâdisesindeki sivrisinek orduları yerine Ebabil denilen ufak kuşlar ile dolmuş, Ebrehe’nin ordusuna çamurdan yapılmış mercimek büyüklüğünde ufak ve zehirli taşlar atılmaya başlanmışdır. Bu taşların tesiri okadar büyük olmuşdur ki isabet etdikleri askerleri ve binmiş oldukları hayvanları böceklerin yediği tânesiz ekin yaprakları gibi delik deşik ederek mahv-ü perişan etmiş ve o muazzam orduyu bozguna uğratmışdır.

Bazı tefsirlerde, Cenâb-ı Hakk’ın emri ile harekete geçen bu kuşların arasında her cins kuşun temsilcilerinin de bulunduğu ve bu kuşların attıkları taşlarda, isabet edeceği askerlerin isminin yazılı olduğu ve o asker nerede olursa olsun, hattâ kaya diplerinde, mağara içlerinde saklanmış olsalar bile varıp bularak helâk etdiği yazılıdır ki zamanımızdaki güdümlü ve akıllı silâhların varlığı, kudreti İlâhî ile vukû bulan bu rivâyetleri, daha da kuvvetlendirmektedir.

Yegâne kuvvet ve kudret sâhibi olan Allâhü Teâlânın, mukaddes kıldığı şeylere karşı menfî tavır takınanların âkıbetleri, elbetde ki böyle olacakdır ve insanlık târihi boyunca da böyle olmuş ve olmakda da devam edecekdir. Çünkü ‘Göklerin ve yerin bütün orduları Allah’ındır’ 47 âyeti kerimesi ve buna benzer diğer âyeti kerimeler, bu şekildeki hâdiseleri ifade buyurmakta ve gözlerimizin önüne bir ibret levhası olarak sergilemektedir.

Böyle bir durum karşısında askerlerinin kırıldığını gören Ebrehe, geri dönmek zorunda kalmış ve kaçmaya başlamıştır. Askerlerinin çoğu orada ve yolda ölmüş; Ebrehede, tepeden tırnağa kadar yaralar içerisinde vücudu yoluk tavuk gibi olduğu hâlde San’â’ya kaçmış ve orada ölmüştürç Bu sûretle de menfur emeline nail olamamışdır.

Bazı rivayetlere göre, o sırada müthiş bir yağmur yağmış, bu perişan ordunun leşlerini ve enkazını sürükleyip götürmüş ve pisliklerini temizlemiştir. Yine bazı rivâyetlere göre de, Arabistan kıtasında ilk defa olarak, aynı senede, çiçek hastalığı çıkmıştır.

Bu mühim ve eşi görülmemiş hâdiseden sonra da, Kâbenin kudsiyyeti, Araplar nazarında bir kat daha artmıştır ki bu mühim hâdise, Kurân-ı Kerim’in Fil sûresinde anlatılarak şöyle ifade buyurulur:

‘Rabbinin fil sâhiblerine neler yaptığını görmedin mi? Onların halelerini, harplerini boşa çıkarmadı mı? Onlara karşı sert taşlar atan bölük bölük kuşlar (göndermedi mi?) gönderdi. Ve onları güvelerin yediği tânesiz ekin yaprakları gibi (yakmadı mı?) yapt’.

Ebrehe ordusunun Mekke’ye yürüyüp Kâbeyi yıkmaya muvaffak olamadığı bu mühim hâdise, eşi görülmemiş târihî vakıalardandır ki ehemmiyyetine binâen Araplar arasında bir târih başlangıcı olarak kabûl edilmiştir.

Evet, kâinâtta, herşey mümkündür. Olmaz ve olamaz sandığımız bir çok şeyler olmuş ve olmaktadır. Yegâne kuvvet ve kudret sahibi olan Allâhü Teâlâ’nın yapamıyacağı hiçbir şey yoktur. O’nun ilmi ve kudreti, her şey’in üstünde olup sonsuzdur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz