Riya; sırf Allah rızası için yapılması gereken ibadetleri ve güzel davranışları kendini beğendirmek ve insanlara göstermek amacıyla yapmak demektir. Diğer bir ifade ile Riya, Allah için yapılması gereken amel ve ibadeti kullara gösteriş olsun diye yapma anlamında ahlâk terimidir.
Riyâ ve gösteriş, insanı sonuçta şirke kadar götürebilir. Riya, yapılan ibadet ve güzel amellerin sevabını ortadan kaldırır. (Bakara, 2/ 264) Riyanın iki sebebi vardır: İmandaki zayıflık; mal, mülk, makam ve şöhret gibi dünyalık hırsı. Müslümanlara her işlerinde gösteriş değil, ihlâs ve samimiyet yakışır.
Riya;
– “Allah’tan başkasının hoşnutluğunu kazanma düşüncesiyle amelde ihlâsı terketme” (et-Tarîfât, “riyâ” md.);
– “Allah’a itaat eder görünerek kulların takdirini kazanmayı isteme” (Gazzâlî, İhya, III, 297);
– “ibadeti Allah’tan başkası için yapma, ibadetleri kullanarak dünyevî çıkar peşinde olma; Allah’ın emrini yerine getirmek maksadıyla değil insanlara gösteriş olsun diye iyilik yapma” (Kurtubî, V, 422; XX, 212);
– “insanların görmesi ve takdir etmesi için ibadeti açıktan yapma” (İbn Hacer, XXIV, 130) vb. şekillerde tanımlanmıştır.
Kuran-ı Kerim’de riya kavramı üç ayette isim, iki ayette fiil olarak yer almaktadır.
Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara 264)
Bunlar, mallarını insanlara gösteriş için harcayan, Allah’a ve ahiret gününe de inanmayan kimselerdir. Şeytan kimin arkadaşı olursa, o ne kötü arkadaştır. (Nisa 38)
Şımarıp böbürlenmek, insanlara gösteriş yapmak ve (halkı) Allah yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkanlar (Mekke müşrikleri) gibi olmayın. Allah, onların yaptıklarını kuşatıcıdır. (Enfal 47)
Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar. (Nisa 142)
Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar. (Maun 6)
Hadislerde hem riya kelimesi hem türevleri geçmektedir. Hz. Peygamber (asm), “Ümmetim için gizli şirk ve şehvetten kaygı duyuyorum” demiş, “Sizden sonra da hâlâ şirk olacak mı?” sorusuna, “Evet, fakat güneşe, aya, taşa ve puta tapmak şeklinde olmayacak, insanlar ibadetlerini riya için yapacaklar” cevabını vermiştir. (Müsned, IV, 124)
Bir kutsî hadiste Cenâb-ı Hak, “İşlediği bir amelde benden başkasını bana ortak koşan kişiyi de onun şirkini de reddederim” buyurmuştur (Müsned, II, 301, 435; Müslim, Zühd, 46; İbn Mâce, Zühd, 21)
Resûl-i Ekrem riyayı “küçük şirk” diye nitelemiş, Allah’ın kıyamet gününde insanlara amellerinin karşılığını verirken gösteriş için ibadet ve hayır yapanlara, “Ey riyakârlar! Dünyada amellerinizi gösteriş olsun diye kimin için yaptıysanız gidin onu arayın, bakalım bulabilecek misiniz?” şeklinde hitap ederek onları huzurundan kovacağını bildirmiştiri (Müsned, V, 428, 429)
Diğer bir hadiste, dünyada Allah’ın kendilerine nimetler ihsan ettiği kimselere uhrevî hesap sırasında bu nimetlere karşılık ne gibi ameller işlediklerinin sorulacağı;
– bunlardan bazılarının şehid oluncaya kadar O’nun uğrunda savaştıklarını,
– bazılarının O’nun rızası için ilim öğrendiklerini, Kuran okuduklarını,
– bazılarının da O’nun rızası için cömertçe hayırlar yaptıklarını söyleyecekleri,
ancak bu amelleri gerçekte gösteriş için yaptıklarının kendilerine bildirileceği ve sonunda hak ettikleri cezaya çarptırılacakları belirtilmektedir. (Müsned, II, 322; Müslim, İmâre, 152; Nesâî, Cihâd, 22)
Bir hadiste de ibadet ve hayırlarıyla şöhret peşinde olanların gizli kötülüklerinin Allah tarafından teşhir edileceği, riya ile amel edenlerin riyakârlığının açığa vurulacağı ifade edilmektedir. (Müsned, V, 270; Buhârî, Riķāķ, 36, Ahkâm, 9; Müslim, Zühd, 47, 48)
Ayet ve hadislerde bildirilen manevî tehlikeleri dolayısıyla ahlâk ve tasavvuf kaynaklarında riya konusuna özel bir önem verilmiştir. Riya konusunu sistemli bir şekilde ele alan ilk alimlerden Hâris b. Esed el-Muhâsibî, er-Riâye li-huķūķıllâh adlı eserinde konuya geniş bir bölüm ayırmış (s. 153-306); riyanın tanımı ve mahiyeti, çeşitleri, niyet, ihlâs ve hayâ ile ilgisi, riyakârlığın psikolojik sebepleri, ahlâk bakımından zararlı sonuçları, riyakârlığın alâmetleri gibi hususlar üzerinde durmuştur.
Muhasibî riyanın ağır ve hafif derecelerinin bulunduğunu belirtir. Ağır olanı, kulun Allah için yapılması gereken ameli insanlara gösteriş için yapması, hafif olanı da sırf Allah için yapılması gereken ibadeti hem Allah’ın hem kulların hoşnutluğunu kazanmak için ifa etmesidir. (a.g.e., s. 163-178)
Riya duygusunun dışa yansımasının beş şeklinden söz eden Muhasibî bunları beden, dış görünüş, söz, amel ve sosyal çevreyle ilişkilere dindarlık süsü verme diye sıralamaktadır.
Örneğin, bir kimsenin;
– ahiret endişesi taşıdığını göstermek için yüzüne kederli bir görüntü vermesi;
– oruçlu olduğu bilinsin diye sesi kısılmış, gözlerinin feri sönmüş bir hal takınması;
– abidler ve zahidler gibi saçı başı dağınık görünmesi;
– konuşmalarında hikmet sahibi, âlim ve zikir ehli bir kimse olduğu izlenimi uyandırmaya çalışması;
– rükû ve secde gibi rükünlerde uzun süre durarak namazı uzatması, kezâ oruç ve hac gibi ibadetlerinde titiz bir dindar görüntüsü sergilemesi;
– ilim ve din ehlinden olduğunu, ilimde ve dinde yüksek bir mertebede bulunduğunu hissettirmek amacıyla âlimler ve abidlerle düşüp kalkması
bu beş şeklin örnekleri arasında yer alır.
Muhâsibî dünya hayatına düşkün kişilerde sayılan beş yolla gösteriş yaptığını ancak dindarlık süsü verilerek yapılan riyakârlığın bundan daha kötü olduğunu belirtir.
Muhasibî’nin eserinden geniş ölçüde yararlandığı anlaşılan Gazzâlî’nin İhyâü ulûmi’d-dîn’de konuya dair psikolojik ve pedagojik açıdan dikkat çekici tahliller yaptığı ve bu husustaki İslâmî telakkinin bir özetini sunduğu görülmektedir.
Gazzâlî, eserinin kırk ana bölümünden biri olan “Mevki Hırsı ve Riyanın Yerilmesi” başlığı altında (III, 274-335) insanlardaki mevki tutkusunu derin bir vukufla inceledikten sonra bu tutkunun bir neticesi olarak gördüğü;
– riyaya dair ayet ve hadisleri zikretmiş,
– din büyüklerinin sözlerinden örnekler vermiş,
– ardından riyanın tanımı, mahiyeti ve dışa vurum yolları, günah olması yönünden dereceleri, riyanın tedavisi;
– günahları alenî olarak yapmanın veya saklamanın, riya olur korkusuyla ibadetleri terk etmenin dinî hükmü;
– kulun her durumda amellerini sadece Allah’ın bilmesine önem vermesi gerektiği
gibi konular üzerinde durmuştur.
Gazzâlî ayrıca amellerin kabul edilmesine etkisi bakımından riyanın farklı derecelerini sıralamıştır.
Burada gösteriş kastı arttıkça riyanın zararının artacağı, Allah rızası, ibadet niyeti ve sevap beklentisi arttıkça riyanın zararının azalacağı anlatılmaktadır.
En tehlikeli riya, kalpte yalnız Allah’a gösterilmesi gereken tazimi Allah’tan başkasına gösteren kişinin riyasıdır; çünkü bu kişi Allah’a itaat ediyor gibi görünse de gerçekte başkasına itaat etmektedir. Bundan dolayı riya gizli şirk kabul edilmiştir. (İhya, III, 301-305)
Başta mutasavvıflar olmak üzere diğer İslâm âlimleri tarafından da riya gizli şirk veya münafıklık sayılmıştır.
İbn Hazm riya ve şöhret tutkusunu şirke yakın bir kötülük kabul eder. (el-Aħlâķ, s. 38)
Kuşeyrî’nin naklettiğine göre Fudayl b. İyâz kınanma kaygısıyla ameli terk etmenin riya, insanlara gösteriş olsun diye amel etmenin şirk, bu iki kusurdan kurtulmanın ihlâs olduğunu söylemiştir. (er-Risâle, II, 446)
Sûfîlere göre riyakâr insan münafığa benzer. Riya, Allah’ın himayesine mazhar olanlar dışındaki insanların içinde karınca gibi kımıldar durur (Cemâleddin eş-Şâzelî, s. 42, 43)
Bu sebeple riya duygusunu ancak ihlâs ehli tanıyabilir, ne kadar zararlı olduğunu da amellerini boşa çıkarmaktan korkan inayet ehli kavrayabilir (Serrâc, s. 290; Muhâsibî, Âdâbü’n-nüfûs, s. 148-149)
Bir sûfî halis ameli, “yazıcı meleğin dahi göremediği için yazamayacağı, amel sahibinin kendi nefsinin bile fark edemediği için böbürlenmeyeceği kadar gizli tutulan amel” diye tarif etmiştir. (Kelâbâzî, s. 99)
Riyanın amellere ne ölçüde zarar vereceği konusu da kaynaklarda ele alınmıştır.
Buna göre amellerde esas olan gizliliktir, çünkü gizlilik ihlaslı olmayı ve riyadan kurtulmayı sağlar.
Ancak amelleri açıktan yapmanın sakıncasının bulunmadığı, hatta faydalı olduğu durumlar da vardır.
Nitekim Kuran-ı Kerîm’de, “Sadakaları âşikâre olarak verirseniz bu ne güzel! Eğer yoksullara gizlice verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır” buyurulmuştur. (Bakara 2/271)
Ayrıca hac, cihad, cuma namazı gibi gizlenmesi mümkün olmayan ameller de vardır. Namaz, oruç ve sadaka gibi gizlice yapılabilen amellerin insanlara örnek olup onları da hayırlı faaliyetlere teşvik etmek amacıyla açıktan yapılması daha faziletlidir.
Hz. Peygamber (asm), bu şekilde davranan kimsenin hem kendi amelinden dolayı hem de örnek olduğu kişi sebebiyle iki misli ecir kazanacağını bildirmiştir. (Müsned, II, 397, 505; Müslim, Zekât, 70; Ebû Dâvûd, Sünnet, 6)
Bir kimsenin, insanların mümin olduğuna şahitlik etmeleri ve onun gibi davranmaları için alenen ibadet etmesinde de sakınca görülmemiştir.
Ayrıca farzların hakkı ilân ve teşhir olup onların açıktan yapılması İslâm’ı ve onun şiarlarını ortaya koyma anlamına gelir. (Fahreddin er-Râzî, VII, 73-75; Kurtubî, V, 423; XX, 213)
Her durumda en önemli husus ihlâsın eksiksiz olmasıdır. Şayet böyle bir tehlike yoksa başkasına örnek olup öncülük etmek için ameli açıktan yapmak faziletlidir; gösteriş tehlikesinden kaygı duyulduğunda ise gizliliğin daha faziletli olduğunda ittifak edilmiştir.
Amellerden önce, amel esnasında ve amellerden sonra riya duygusuna kapılmanın ibadetlerin kabul edilip edilmemesini ne ölçüde etkileyeceği konusu üzerinde de durulmuştur.