Abdulkadir Geylani İslâm âlimi ve mutasavvıfıdır. 1077 yılında İran’ın Geylan isimli kasabasında doğmuş, 1166 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir. Babasının ismi Ebu Salih Bin Abdullah, annesinin ismi ise Ümmül Hayr’dır.
Abdülkadir Geylani çok küçük yaşlardan itibaren ilim tahsiline başlamış; zekâ, anlayış ve çalışkanlığı ile kısa zamanda kendini yetiştirmiştir. Devrinin büyük ilim merkezlerini dolaşarak alimlerden dersler almıştır. Önce Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş, sonra fıkıh, hadis, tefsir, kelam, mantık, matematik ve tıp tahsil etmiştir.
Kendisini yetiştirdikten sonra müderris olmuş ve ders vermeye başlamıştı. Bu çalışmalar şöhretini yaygınlaştırmıştır. Bağdat’ta isminden en çok söz edilen ilim adamlarından biri haline gelmiştir. Önceleri Şafi daha sonra Hanbeli mezhebinin yaygınlaşmasında önemli bir rol oynamıştır.
Abdulkadir Geylani ilmî otoritesini kurduktan sonra tasavvuf mesleğini seçerek Kadiri Tarikatı’nı kurmuştu. Son derece dindar, fazilet sahibi, yüksek bir insandır. Allah’a olan yakınlığı sebebiyle kendisinden bir çok kerametler rivayet edilmiştir. Binlerce insan ondan ders almış, tarikatına girip olgunluğa erişmiştir.
Abdulkadir Geylani’nin zamanımıza ulaşan çok değerli eserleri vardır. Bunlardan “Gunyeti’t-Talibîn”, “Futuh’ul Gayb” ve “Divan-ı Azam” isimli eserleri çok meşhurdur. Hakkında pek çok menkıbeler riyavet edilen bu büyük İslâm Alimi kendisinden sonra gelenleri de derinden etkilemiştir.
Eşkıyalar ve Çocuk
Yücelerden Abdulkadir Geylani, daha küçükken bilgili olma isteğine düşmüştü. Annesi, babasından kalan kırk altım oğlunun kaftanında koltuk altına dikti ve bilgi kazanmaya giden oğlunu şu öğütle uğurladı:
— Her işte, doğruluktan başka gayen olmasın.
Abdülkadir, bir kervanla birlikte Bağdat’a yollandı. Bir dağ başından geçerlerken karşılarına eşkiyalar çıktılar. Eşkiyalar bütün yolcuların paralarını, mallarını aldılar. Mallar ve paralar, eşkiyalarm başkam olan adamın önüne yığılıyordu.
Eşkiyalardan biri, küçük Abdülkadir’e yanaştı ve sordu:
— Ey çocuk, senin üzerinde birşeyler var mı?
Abdülkadir hiç çekinmeden cevap verdi:
— Var. Kırk altımm var.
Eşkiya alay etti:
— Nerende bakalım?
— Koltuğumun altında. Annem kaftanıma dikti onları.
Çocuğun bu korkusuz ve ciddi söyleyişini gören eşkiyamn içine bir kurttur düştü. Çocuğu alıp başkamn önüne götürdü. Başkan, dağ gibi iri yarı, bir palabıyık. Eşkiya durumu ona anlattı. Başkan:
— Bakın bir kere! diye emir verdi.
Kaftan çıkarıldı, söküldü ve kırk altın bulundu. Başkan hayret içinde. Sordu:
— Biz seni yakalamamış ve yoklamaya lüzum da görmemiştik. Sen kendi kendine söyledin, isteseydin saklayabilirdin?
Küçük Abdülkadir güldü:
— Siz bana: “Senin birşeyin var mı? diye sormuştunuz. Annemin bana sıkı öğüdü var, doğruluktan ayrılamam. Onun için yalan söylemedim. Kırk altın için annemin öğüdünü çiğneyemezdim.
Eşkiyalarm başkam bu küçük çocuğa dakikalarca baktı. Gözleri yaşarmıştı. Çevre yamndakilere:
— Gördünüz mü? dedi. Çocuk annesinin öğüdünü tutuyor, çiğnemiyor, yalan demiyor. Ya ben? Hı? Allah’ın bütün öğütlerini çiğniyor, şunun bunun camm yakıyorum. Fakat artık yok. Bu çocuğun sözleriyle aydınhğa çıktııfr, ayrıldım. Dağıtm topladığınız paralan, dağıtın topladığınız malları sahiplerine. Çabuk.