Bir gün Resûlullah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimiz, Kureyşliler’in toplu olarak bulunduğu yerden uzaklaşmıştı ki, Ebû Cehil yanındakilere: “İlâhlarımıza daima hakaret ederek dil uzatmaktadır” diyerek onu öldürebileceğini ve öldürmesi gerektiğini söyleyerek: “Onun başını taş ile ezeceğim” iddiasında bulundu. Bunun üzerine Kureyşliler de seni koruruz diyerek ona destek sözü verdiler.
Derken Resûlullah, bir sabah Kâbe’ye geldi ve Beytullah’ı tavaf etti. Daha sonra da Rüknüyemânî ile Hacerülesved arasındaki makamda namaza durdu. O sırada Kureyşliler orada toplanmışlar, sabırsızlıkla Ebû Cehil’in Hz Peygamber’i öldürmesini bekliyorlardı.
Hz Peygamber secdeye kapanınca Ebû Cehil hazırladığı kocaman taşı kucaklayarak yaklaştı. Ancak tam o sırada büyük bir korkuya kapılarak kaçmaya başladı. Kureyşliler hayretle ne oldu diye sordular. Ebû Cehil: “Yemin ederim ki onu öldürmeye kararlıydım. Ancak yaklaştığımda bir erkek deve karşıma çıktı. Kocaman dişleriyle beni yiyecek ve parçalayacak gibi bakıyordu. Bu nedenle korkup kaçtım” diye cevap verdi.
Gene bir gün Ebû Cehil, devesini satın aldığı bir köylünün parasını vermemişti. Köylü Hz Peygamber’e geldi ve şikâyette bulunarak: “Ben sahipsiz bir köylüyüm. Ebû Cehil develerimi aldı parasını ödemedi” dedi. Hz Peygamber: “Gel” dedi. Ebû Cehil’in kapışına geldiler. Kapıyı çalıp beklediler. Ebû Cehil “Kimsiniz? diye sordu. Hz Peygamber, “Allah’ın resulü Muhammed’im! Dışarı çık” dedi. Ebû Cehil kapıyı açtı. Korkudan titremeye başladı. Hz Peygamber, “Bu adamın hakkını ver!” diye emretti. Ebû Cehil, korkudan yalvarır bir edâ ile içeri girdi, parayı getirdi. Yüzünde hâlâ korku vardı. Ebû Cehil, kimseden korkmayan zâlim bir adam olduğu halde çok korkmuştu. Arkadaşları onunla dalga geçtiler, alay ettiler.
Ebû Cehil, yine Hz Peygamber’in başının üst tarafında dişleri uzun, başı büyük bir deve görmüştü. Bu her iki olayda da Ebû Cehil’in gözüne görünen, aslında deve değil, Allah’ın görevlendirdiği bir melek idi. (Ebü’l-Fida îmadüddin İsmail b. Ömer İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-nihaye, C. 3, s. 42.)