İslâm’da keramet; “Allah’ın dilediği an ve mekanda velî kullarına bağışladığı İlahî bir yardım ve mükafaat” manasına gelir. Lügatta ise Keramet; “belli bir zaman ve yerde tabiat kanunlarının işlememesiyle hasıl olan olağanüstü hal” demektir. Diğer bir ifade ile Keramet, mü’min ve salih kimsenin eli üzere cereyan eden harikulâde hal anlamına gelir.
Keramet, Allah’ın yardımı ile veli kulları tarafından meydana getirilen olağanüstü olaylardır. Böyle olağanüstü olaylar, Allah’ın veli kulları için birer keramet, tabi oldukları peygamber için birer mucize sayılır.
Keramet hak ve gerçektir. Onu inkâr etmek İslam akaidine göre insanı dinden çıkarır.
Keramet Allah’ın velî kulları tarafından, yine Allah’ın müsadesiyle gösterilir. Velînin gösterdiği bu fevkalade hal bağlı olduğu Peygamberin mûcizesi sayılır.
Allah, dilediği kullarına böyle büyük nimetler verebilir. Bunun Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i Şeriflerde misalleri vardır. Mesela Hz. İsa’nın annesi İmran kızı Meryem kış günlerinde yaz, yaz günlerinde kış meyveleri buluyordu. Hz. Zekeriyya ona bu meyveler nereden geliyor diye sorulunca Hz. Meryem; “Bu Allah’tandır, O’nun bana bir lütuf ve ihsanıdır” diye cevap verirdi.
Yine Kur’an-ı Kerim’e göre Hz. Süleyman’ın vezirlerinden birisi — Tefsirlerde ismi Asaf İbni Berhiya olarak geçer — arada kilometrelerce mesafe bulunmasına rağmen Yemen melikesi Belkıs’ın tahtını, bir göz açıp kapama anı kadar kısa bir sürede Hz. Süleyman’ın huzuruna getirmiştir.
Sahabelerden pek çok kimse böyle olağanüstü olaylar göstermiş, Allah’ın kendilerine bağışladığı nice ikramlara kavuşmuşlardır. Mesela Hz. Ömer Medine’de iken yüzlerce kilometre ötede bulunan İslâm ordusu komutanı Sariye’ye seslenmiş, Hz. Sariye Nihavend’den Hz. Ömer’in sesini duymuştur.