Birinci Akabe biatında müslüman olan on iki kişiden biri de Abdullah b. Revâha’dır. Böylece o, Medine’de İslâm’ın yayılıp, genişlemesinde öncülük edenlerin de başında gelmektedir. Bu şerefli insanların gayret ve çalışmaları müslümanların Medine’ye hicretlerine zemin hazırlamıştır…
Öyle ki, kısa zamanda neticelerini vermiş ve bir sonraki yıl -ikinci Akabe biatına katılanların sayısı yetmiş üç kişiyi bulmuştu. Revâha’nın oğlu da bu şerefli kişilerden biri olarak ikinci Akabe biatına katılmıştı…
Hz. Peygamberin, ashabı ile birlikte Medine’ye hicretinden sonra da Abdullah b. Revâha, İslâm’ın zaferi ve Medine’de yerleşmesi için en çok çalışanlardandı… Abdullah b. Übey’in hile ve desiselerine karşı da en uyanık olanlardandı… Abdullah b. Übey Medine’de İslâm’ın zayıflaması ve yerleşmemesi için çalışan zeki bir insandı. Fakat Abdullah b. Revâha onun bu çalışmalarının başarıya ulaşmasını engellemişti…
Abdullah b. Revâha yazar ve şair bir insandı… Çok güzel şiirler söylerdi…
Müslüman olduktan sonra şiirini İslâm’ın hizmetine adamıştı…
Allah Resûlü, onun şiirini sever ve ondan şiir okumasının isterdi. Bir gün Resûlullah (s.a.v.), ashabıyla otururken, Abdullah b. Revâha yanına geldi… Nebî (s.a.v.) ona: “Şiir okumak istediğinde nasıl okursun?” diye sordu.
Abdullah: “Şöyle bir düşünürüm, sonra okurum.” dedi ve okumaya başladı:
Ey Haşim oğullarının hayırlıları..!
Allah sizi âlemler üzerine üstün kılmıştır,
Size denk kimse de yoktur.
Ben sende hayrı buldum,
Sen bu vasfınla diğerlerinden ayrılmaktasın.
Allah seni bu güzellikler içerisinde sabit kılsın,
Musa ve diğer yardım olunanları sabit kıldığı gibi.
Allah Resûlü bu şiire sevindi… Ve şöyle dedi:
“Allah seni de sabit kılsın…”
Allah Resûlü kaza umresinde Kâbe’yi tavaf ederken, Abdullah b. Revâha da onunla birlikte tavaf etmekte ve bir yandan da şu şiiri okumaktadır:
Ey Rabbim! Sen olmasaydın biz hidâyete eremezdik,
Hayır ve hasenatta bulunmaz, namaz da kılmazdık.
Üzerimize sekine indir,
Eğer kayacak olursak, ayaklarımızı hakikat üzere sabit kıl,
Düşmanlarımızın fitne ve fesatlarından bizi uzak tut.
Müslümanlar da onun bu güzel şiirini tekrarlıyorlardı…
“Şairlere gelince, onlara azgınlar uyar.” (Şuara, 224) âyeti nazil olunca, Abdullah b. Revâha üzülmüştü… Fakat akabinde “Ancak ina¬nanlar, iyi işler yapanlar, Allah’ı çok ananlar ve zulme uğradıktan sonra düşmanlarına üstün gelmeye çalışanlar hariç…” (Şuara, 227) âyeti nazil olduğunda yaptıklarından memnun olmuş ve sevinmişti…
Abdullah b. Revâha, Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye ve Hayber gibi tüm büyük savaşlara katılmış ve İslâm’ın zaferi için var gücüyle çarpışmıştı. “Ey nefis! Ancak öldürülerek ölürsün.” sözünü âdeta vird edinmişti…
Müşriklere karşı da şu şiiri okuyordu:
Ey kâfirler! Onun yolundan çekilin!
Zira onun yolu tümüyle hayırdır…
Ve Mûte gazvesi gelip çattı…
Abdullah bu savaşta Zeyd ve Ca’fer’den sonra üçüncü komutandı..
İbn Revâha, düşmana karşı durmuş, şöyle diyordu:
Rahman olan Allah’tan mağfiretimi diliyorum
Ciğerleri paramparça edecek bir mızrak
Veya bir kılıç darbesiyle ölümü istiyorum
Ta ki, cesedimi görenler,
Ey Allah’ın irşad ettiği gazi
Maksadına eriştin desinler
Evet… İşte onun arzusu buydu: Bir kılıç ya da bir mızrak darbesiyle şehid olmak…
Ordu Mûte’ye doğru hareket etti… Müslümanlar düşman ordusuyla karşılaştıklarında önlerinde iki yüz bin kişilik dev bir ordu gördüler…
Müslümanlardan bir kısmı, düşmanın çokluğuna ve kendi sayıları¬nın azlığına bakarak: “Resûlullah’a haber gönderelim, bu durumu bildi¬relim… Ya bize yardım göndersin veya savaştan vazgeçelim.” dediler.
Fakat Abdullah b. Revâha, ordu saflarının ortasına doğru ilerledi ve onlara şöyle seslendi:
“Ey insanlar!..
Vallahi, biz düşmanlarımızla sayımız, kuvvetimiz veya çokluğumuz sebebiyle savaşmıyoruz…
Onlarla ancak Allah’ın bize ikram ettiği bu din sebebiyle savaşıyoruz…
Şimdi dağılın… İki güzel şeyden biri sizi bekliyor: Zafer veya şehâdet…”
Sayıca az; fakat iman bakımından çok olan müslümanlar, bu sözler üzerine: “Vallahi, İbn Revâha doğru söylüyor.” diye haykırdılar.
Yürekleri iman ateşiyle yanıp tutuşan bu az sayıda ki insan, iki yüz bin kişilik Rum ordusuna karşı harekete geçti…
Daha öncede zikrettiğimiz gibi iki ordu karşılaştı…
Birinci komutan Zeyd b. Hârise şehid oldu…
Yerine Ca’fer b. Ebû Tâlib geçti… O da şehid düştü…
Sonra sancağı üçüncü komutan Abdulllah b. Revâha aldı. Savaş olanca şiddetiyle devam ediyordu…
İbn Revâha bir asker olarak savaşırken, tereddütsüz ve pervasız bir şekilde çarpışıyordu… Ama şimdi o bir komutandı ve sorumlu olduğu bir ordu vardı…
Bu sorumluluk hissiyle bir an tereddüt etti…
Fakat daha sonra:
Ey nefis! Vallahi seni cennete yerleştirmeye and içtim,
Fakat görüyorum ki, sen ondan hoşlanmıyorsun!
Ey nefis! Başka değil; ancak öldürülerek öleceksin!
İşte ölüm meydanı bak nasıl kızıştı!
Arzuladığın her şeye kavuştun.
Sen de o ikisi gibi savaşarak ölürsen hidâyettesin!
diyerek bu tereddüt ve çekingenliği kendinden uzaklaştırdı… “O ikisi” sözüyle Zeyd ve Ca’fer’i kastediyordu…
Bunları söyledi ve ardından Rumların arasına daldı… Eğer kaderinde bu savaşta şehâdet yazılı olmasaydı, o gün tüm Rumları öldürebilirdi.. Ama kaderin önüne geçilemezdi… Hakkında şehâdet yazılmıştı… O da bu ilâhî kadere boyun eğerek, o gün şehâdet şerbetini içmiş ve Yüce Rabbine doğru yükselmişti… Bu sayede:
Kabrime uğrayanlar:
Ey Allah’ın yönlendirdiği gazi!
Maksadına eriştin..!! desinler.
Şiiriyle ifade ettiği en büyük amacına da erişmiş oluyordu.
Evet… Ey İbn Revâha..!!
Ey Allah’ın yönlendirdiği gazi!
Maksadına eriştin..!!
Savaş Şam taraflarında devam ederken, Allah Resûlü Medine’de ashabıyla birlikte oturmakta ve müzakereler yapmaktaydı…
Allah Resûlü bir an sustu… Gözleri yaşlarla dolmuştu. Sonra üzgün bir şekilde ashabına baktı ve şöyle dedi:
“Sancağı Zeyd b. Hârise aldı… savaştı… ve şehid düştü…
Sonra Ca’fer aldı… o da savaştı… ve şehid düştü…”
Hz. Peygamber bundan sonra bir süre sustu; ardından tekrar ko¬nuşmaya başladı:
“Sonra sancağı Abdullah b. Revâha aldı… o da savaştı… ve şehid düştü…”
Hz. Peygamber bunları söyledikten sonra bir süre tekrar sustu… Sonra gözleri mutmain, müsterih ve özlemiş olarak şunları söyledi:
“Onlar cennette benim yanıma yükseltildiler…”
Ne şerefli yolculuk…
Ne şerefli beraberlik…
Savaşa birlikte gidiyorlar…
Cennete birlikte giriyorlar…
Onlar için en şerefli, en güzel övgü, Hz. Peygamberin şu sözüdür:
“Onlar cennette benim yanıma yükseltildiler…” (yeryüzünün yıldızları)