Kul hakkı, kulun bedenine ve malına yapılan tecavüzlerdir. Kul hakkı, insanların birbirine geçen hakları, emekleridir. Kul hakkı, dinimizin öncelikle üzerinde durduğu çok önemli bir konudur. Her Müslümanın bu hususta çok dikkatli ve duyarlı olması gerekir.
Çünkü insanların hakkına tecavüz eden kimsenin, bu hakları sahiplerine ödeyip onlarla helalleşmedikçe bu haktan kurtulması mümkün değildir.
Binaenaleyh kul hakkının önemi ve sonuçları hakkında Müslümanların yeterli bilgiye sahip olmaları bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır.
İsanlar yaratılış itibarıyla medenidir, toplum hâlinde yaşamak ihtiyacındadırlar.
Bu sebeple aralarında bir takım hak ve görevler vardır. Bunlara riayet edildiği takdirde toplum huzurlu olur ve varlığını devam ettirir. Aksi hâlde toplumun düzeni bozularak kaosa sürüklenir ve varlığı tehlikeye düşer.
İnsanlar doğuştan gelen bir takım dokunulmaz haklara sahiptir. Peygamber Efendimiz Veda Hutbesi’nde bunları şu sözleri ile bütün cihana ilan etmiştir:
“Ey insanlar!
İyi biliniz ki içinde bulunduğunuz bu ay, bu şehir ve bu gününüz nasıl kutsal ise, (birbirinize) kanlarınız, mallarınız, ırzınız, namus ve şerefiniz haramdır, her türlü tecavüzden korunmuştur.”
Kul hakları hadis-i şerifte bildirildiği üzere başlıca üçtür.
1- Hayat hakkı:
Her insan yaşama hakkına sahiptir. Hiç kimse, haksız yere bir başkasının hayatına son verme yetkisine sahip değildir
Kul haklarının en önemlisi hayat hakkı olduğu gibi şirkten sonra günahların en büyüğü de insanın yaşama hakkına tecavüz etmek, canına kıymaktır. Hatta insan öldürmek o kadar büyük bir günahtır ki Kur’an-ı Kerim’de bildirildiği üzere haksız yere bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek gibi kabul edilmiştir. (Maide 32)
Bu büyük günahın cezası da çok şiddetli olacaktır. Kur’an-ı Kerim’de bu hususta şöyle buyurulmaktadır:
“Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa 93)
Kıyamet gününde Allah hakkı olarak kulun ilk sorguya çekileceği ibadet, namazdır. Kul hakkı olarak ilk bakılacak davanın da kan davası olacağı Peygamber Efendimiz tarafından haber Verilmiştir.
İnsanın aklına bir suç işleme düşüncesi gelirse, onun şeytandan olduğunu bilmeli, nefsine uymamak, şeytana aldanmamalıdır. Yapmayı tasarladığı işin sonunu iyi düşünmeli, öfkeye kapıldığı zamanlarda çok sabırlı olmalı, bir anlık öfke ile dünyasını da ahretini de karartmamalıdır.
2- Mülkiyet hakkı:
Herkes, meşru yollarla çalışıp kazanma, mal ve servet edinme hakkına sahiptir. Hiç kimsenin bunlara tecavüz etmesi caiz değildir. Hiç kimse bir başkasına ait bir malı gasp edemez, çalamaz, meşru olmayan yollarla zimmetine geçiremez.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
“Ey iman edenler! Mallannızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka…” (Nisa 29)
Batıl yollar; hırsızlık, gasp, rüşvet, faiz, kumar, hilekârlık, aldatma, yalan şahitliği, yalan yere yemin, hıyanet ve benzeri meşru olmayan yollardır. Bu yollarla kazanılan, zimmete geçirilen mal ve para haramdır. Kul hakkına tecavüzdür, suçtur ve büyük günahtır.
Peygamber Efendimiz (sas.) bu hususta şu önemli uyarıyı yapmaktadır:
“Kimin bir din kardeşine karşı şeref ve namus konusunda veya başka bir hususta ettiği bir haksızlık varsa, altın ve gümüşün olmayacağı gün gelip çatmadan önce ondan helallik dilesin. Eğer iyi ameli varsa ettiği haksızlık kadar ondan alınır; iyiliği yoksa haksızlık ettiği kişinin günahlarından alınıp onun üzerine yüklenir.”
Başkasına ait bir hak, küçük bir şey bile olsa, bunu önemsemeli, hafife almamalıdır. Çünkü o şey basit gibi görünse de başkasının hakkıdır.
Peygamberimiz (sas.) bu konuda da dikkatli olmamızı vurgulamış ve şöyle buyurmuştur:
“Kim haksız yere bir Müslümanın hakkını yerse, Allah ona cehennemi vacip kılar, ona cenneti de haram eder.”
Bir adam:
“Ya basit bir şey olursa Ey Allah’ın Resulü?” dedi. Peygamber Efendimiz:
“Bir erak ağacı dalı olsa da.” buyurdu. Görülüyor ki az veya çok kul hakkı yiyenler, eğer tevbe edip başkalarına ait mal ve paraları hak sahiplerine iade etmeden ölüp giderlerse ahirette başlarına gelecek felaketleri düşünmek bile ürperticidir.
Çünkü insan ne kadar çok ibadet etse, sadaka verse, Kur’an okusa ve hayır işlese de bu iyilik ve güzelliklerin hiçbirisi, o kimsenin kul hakkından kurtulmasına yetmeyecek, şehitlik mertebesine erişmiş olsa bile durum değişmeyecektir.
Peygamberimizin bir uyarı niteliğindeki şu sözü herkesin kulağına küpe olmalıdır:
“Allah, kul borcundan başka, şehidin bütün günahlarını bağışlar.”
Bu hadis-i şerif, kul hakkının ilahi affın kapsamı dışında kalacağını göstermektedir.
Peygamber Efendimiz günahların üç kısım olduğunu bildirerek şöyle buyurmuştur:
1-Affedilmeyen günah,
2- Cezasız bırakılmayan günah,
3- Affedilebilen günah.
Affedilmeyen günah şirktir. Allah Teâlâ, kendisini tanımayan ve şirk koşanları affetmeyeceğini ve bunların ebediyen cehennemde kalacaklarını kesin olarak bildirmiştir, Cezasız bırakılmayacak günah, insanların birbirlerine yaptıkları haksızlıklardır. İnsanlara ve hayvanlara zulmedenler affedilmeyecek, hak ettikleri cezaya çarptırılacaklardır.
Affedilme ümidi, olan günah ise Allah ile kul arasında olup içinde kul hakkı bulunmayan günahtır. Bu tür günahın affedilme ihtimali vardır. Çünkü yüce Allah engin rahmet sahibidir, bağışlaması boldur, dilediğini affeder. Yeter ki kul işlediği günaha tevbe etsin ve yüce yaratıcıdan af dilesin.
Öyle ise tek çare, kul hakkına el sürmemek, şayet bir hataya düşülmüş ise ölüm gelip çatmadan hakkı sahibine verip helalleşmek, kul borcu ile ahiret yolculuğuna çıkmamaktır.
Peygamberimizin şu uyarısı ne kadar düşündürücüdür: “Kıyamet gününde mutlaka haklar sahiplerine verilecektir. Hatta boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun hakkı dahi alınacaktır.”
Peygamber Efendimiz bile Allah’ın en sevgili kulu olduğu hâlde kul hakkından büyük endişe etmiş ve ebedî âleme göçmeden önce ashabı ile helalleşme ihtiyacı duymuştur.
O, vefatına yakın günlerdeki hastalığı sırasında ashabına verdiği öğütlerinde özetle şöyle demiştir:
“Ey insanlar! Bilmiş olun ki bu dünyadan göçme zamanımın geldiği bana haber verildi. Allah’ıma kavuşacağıma seviniyorum. Ümmetimden aynlacağım için de üzgünüm.
Ey insanlar! Vasiyetimi dinleyin, burada bulunanlar bulunmayanlara tekrarlasın. Allah gönderdiği kitapta size helal ve haramı, yapacağınız ve sakınacağınız şeyleri bildirdi, siz o kitabın hükümlerine itaat ediniz, sizi cennetten uzaklaştıran, cehenneme yaklaştıran heves ve arzulardan çekinin, topluluktan ve doğruluktan ayrılmayın, emanete hıyanet etmekten sakının.
Allah’tan korkun, eşlerinize eziyet etmeyin, onların haklarını gözetin, çocuklannıza ilim ve edep öğretin, çünkü onlar size emanettir.
Ey insanlar! Temizliğe riayet edip namaza devam edin. Malınızın zekâtını verin, zekât vermeyenin namazı da yoktur.
Ey insanlar! Dilinizi tutun, gururu bırakın, çalışın, tembel olmayın… Zulmetmeyin, Allah hesap gününde zalimi bizzat kendisi yargılayacaktır. Ben haberimi aldım. Allah’a gidiyorum. Dininizi ve emanetinizi Allah’a ısmarladık. Ey ashabım ve ey cemaat, sizlere selametler dilerim. Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Siz de bana kavuşacaksınız, buluşacağımız yer Kevser havuzunun kenarıdır. Benimle orada buluşmak isteyenler, elini, dilini günahtan çeksinler.”
Vefatından iki gün önce idi. Bir tarafından Abbâs oğlu Fadl, diğer tarafından Hz. Ali tutmuş bitkin bir hâlde mescide geldi ve ağır ağır minbere çıktı, yüzünü cemaate döndü ve şöyle dedi:
“Ey Müslümanlar, dedi. Şayet birinize karşı kırıcı bir söz söylemiş isem onun karşılığını kabule hazırım.
Kime vurduysam, işte sırtım, gelsin vursun.
Kimin bende alacağı varsa, işte malım, gelsin hakkını alsın.”
Böylece insanlığın büyük mürşidi, o yüce peygamber, üzerinde hiçbir kul hakkı olmadan ahirete tertemiz göçtü. Bize de kul hakkı hususunda örnek davranışı ile güzel bir ders verdi.