Oruç kefareti hangi durumlarda olur

Ramazan ayında oruçlu olduğunu bilerek kasten cinsel yaklaşımda bulunan veya yiyen, içen kimseye hem kaza, hem de keffaret gerekir. Bu, başlanan bir orucu, geçerli bir mazeret olmaksızın bozmanın cezası olup büyük günahlardan sayılmıştır.

Keffaret, bozduğu orucun yerine iki ay veya altmış gün birbiri ardına oruç tutmaktır. Oruca kameri ayın ilk günü başlarsa peş peşe iki ay, ayın başında değil de sonraki günlerinde başlarsa altmış gün ara vermeden oruç tutar. Ayrıca bozduğu günün yerine de bir gün kaza orucu tutması gerekir.

Yaşlılık veya hastalıktan dolayı keffaret orucunu tutmaktan âciz ise, altmış fakiri sabah akşam doyurur. Yemek yedirmek yerine bunların değerini vermek de caizdir. Sabah akşam yemeğinin para olarak değeri bir fitre miktarıdır.

Buna göre altmış fakire birer fitre miktarı para verirse keffaret ödenmiş olur.

Burada dikkat edilmesi gereken önemli husus; bir fakire bir günde bir fitreden fazla verilemeyeceğidir. Birden fazla verilse bile bir fitre yerine geçer. Bu sebeple fitreler bir günde verilmek isteniyorsa altmış ayrı fakire dağıtılmalı, aynı fakire verilmek isteniyorsa her gün bir fitre tutarı verilmelidir.

Eğer keffaret ödemesi gereken kişi, iki ay ara vermeden oruç tutamaz, altmış fakire de fitre miktarı para ödeyecek durumda olmaz ise Allah’tan af diler, bağışlanmasını niyaz eder.

Bununla ilgili olarak ramazan orucunu bilerek bozan bir adamın, durumunu anlatmak üzere Peygamberimize nasıl müracaat ettiğini ve Peygamber Efendimiz’in bu kişiye verdiği cevaba bakalım.

Ebû Hureyre’den rivayet edilmiştir. Diyor ki:

“Bir defa Allah Resulünün yanında otururken birisi geldi.” Ve “Ey Allah’ın Resulü! Ben mahvoldum.” diye hâlinden yakındı, Peygamberimiz,

“Sana ne oldu ki?” diye sordu. O kimse,

“Ya Resulallah oruçlu iken eşime yaklaştım.” cevabını verdi. Allah Resulü,

“Azad edecek bir köle bulabilir misin?” buyurdu. Adam, “Bulamam” dedi. Allah Resulü,

“Öyle ise iki ay art arda oruç tutmaya gücün yeter mi?” diye sordu. Adam,

“Gücüm yetmez, “dedi. Allah Resulü,

“Altmış yoksulu doyurmak yolunu da bulamaz mısın?” buyurdu. Adam,

“Hayır, bulamam.”, dedi ve peygamberin huzurunda durdu,
bekledi; O sırada peygambere içi hurma dolu bir zembil getirildi. Allah Resulü,

“Hani o soru soran kişi nerededir?” buyurdu. Adam, “Benim, buradayım, deyip ayağa kalktı.” Peygamberimiz, “Bu hurmayı al yoksullara dağıt.” buyurdu. Adam,

“Benden fakir bir yoksula mı vereceğim Ya Resulallah? Allah’a yemin ederim ki Medine’de benim ailemden daha fakir bir aile yoktur.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber dişleri görülünceye kadar güldü, sonra da adama,

-“Haydi, bu hurmayı al ailene yedir.” buyurdu.

Hadis-i şerifte, kasten oruç bozmanın cezası anlatılırken insanlara nasıl bir hoşgörü içinde davranılacağı bizzat âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber tarafından ortaya konmuştur. Bu, insanlara din hizmetinde bulunanlar için uyulması gereken çok güzel bir örnektir.

Orucu, bilerek, kasten bozmasının cezası, bu fakir ve âciz adama, gücüne göre anlatılmış, sonunda fakirlere sadaka olarak dağıtılması gereken hurmalar da yine bu fakir aileye bağışlanmıştır.

Elbette ki ileride yeterli mali güce sahip olduğu zaman keffaretini ödemesi gerekecektir. Ancak o günkü şartlarda bunu yerine getirecek imkânı yoktur.

Oruç keffareti, sadece Ebû Hureyre’nin bu rivayeti ile değil, hem İbn Ömer, hem de Sa’d ibn Ebî Vakkâs’tan gelen benzer rivayetlerle de sabittir.

Ayrıca konu ile ilgili Ebû Dâvûd’un rivayetine göre de bir adam Peygamberimize gelerek,

“Ey Allah’ın Resulü! Ramazanda içtim.” deyince, Allah Resulü adama,

“Yolcu ve hasta olmadığın hâlde mi?” diye sordu.

Adam,

“Evet” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber,

“Ûyle ise bir köle azat eyle.” buyurdu.

Hz. Ali de, “Keffaret; yemek, içmek ve cinsel ilişki ile gerekir” demiştir.

Ramazan orucunu, hiçbir makul, ciddi ve haklı sebep yokken, bilerek kasten bozan kimsenin bu davranışı, ağır bir kusur ve günah olarak kabul edilmiş ve yükümlünün günahının bağışlanması için yukarıda sayılan üç şeyden birinin yapılması istenmiştir.

Burada dikkati çeken husus, keffaret olarak yapılması gereken şeylerin ağır olandan başlayıp kişinin gücüne göre hafifletilmesi ve kolaylaştırılmasıdır.

Keffaretten söz etmişken burada bir hususa da işaret etmek yararlı olacaktır. Şöyle ki:

Kur’an’dan sonra dinî delillerin ikinci kaynağının “sünnet” olduğu bilinen bir gerçektir. Oruçla ilgili hükümlerin bir kısmı Kur’an-ı Kerim’de yer alırken bazı hükümler de Peygamberimizin hadisleri ile açıklanmıştır.

Oruç keffareti ve bununla ilgili meseleler de yukarıda anlatıldığı üzere Hz. Peygamber’in sünneti ile sabit olmuştur. Oruç keffaretinin Kur’an’da yer almadığını gerekçe göstererek bunu yok saymak, dinî hükümlerin ikinci kaynağı olan sünneti görmezden gelmek anlamı taşır ki bunu kabul etmemiz mümkün değildir.

Çünkü bu husustaki hadisler sahih rivayetlere dayanmaktadır. Müctehidler de -aralannda bazı görüş farklılıktan olmakla beraber- Ramazan orucunu özürsüz ve kasıtlı olarak bozmanın keffareti gerektirdiği hususunda aynı görüşü paylaşmışlardır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz