Her canlının dünyada bir yaşama süresi vardır. Buna “ömür” denir. Ömrün sona ermesine, yani ölüm vaktine “ecel”, ruhun bedeni terk etmesine de “ölüm” denir. Ölüm her insan için kaçınılmaz bir sondur. Dünyada her konu tartışılırken tartışılmayan tek konu ölümdür.
İnsanın dünyaya gelişi Allah’ın takdiri ile olduğu gibi, ne kadar yaşayacağı ve ne zaman öleceği de yine O’nun takdiri iledir, ölüm her canlı için takdir edilmiştir. Bu, yüce yaratıcının değişmez kanunudur. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Her canlı ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.” (Ankebut 54)
Ölümün nasıl bir şey olduğunu her insan düşünür ve merak eder. Bu konuda Gazâlt şöyle der:
“Ölüm bir değişiklikten ibarettir. Bedenden ayrılan ruh azap veya nimet içinde yaşamaya devam eder. Ruh, bedenden ayrılmakla bedeni kullanamaz hâle gelir. Organlar ruhun aletleri durumunda idi. O, göz ile görür, kulak ile duyar, kalp ile anlar ve diğer organları istediği gibi kullanırdı. Bedenden ayrılınca artık onlan kullanamaz.
Ölüm bu âlemden, başka bir âleme intikal etmektir. Buradan ayrılmak; insanın eşinden, çoluk çocuğundan, dostların-! dan, hısım ve akrabalarından, malından, mülkünden ayrılması ” demektir. O, zevk aldığı, sevdiği şeylerden ayrılmanın hasretini ve üzüntüsünü çeker.
Eğer Allah’ı seviyorsa, ölüm ile bütün engeller ortadan kalkmış ve sevdiğine kavuşmuş olur. Bu durumda olanların nail olacağı nimetler çoğalır. Dünyaya bağlandığı şeylerden ayrıldığı için hasret çeker ama ahiret azığı olan amacına ulaştığı için sevinir.
Mü’min ölünce karanlık bir evde hapsedilip sonra kapısı açılan ve geniş bir bahçeye çıkan insan gibi olur. Böyle son derece geniş, ağaçlar, meyveler, yeşillik ve kuşlarla süslenmiş bahçeyi gören kişi bir daha o karanlık eve girmek ister mi?”4 Gazâlî burada ölen mü’minin durumunu tasvir etmiştir. Kâfirin ölümü ise bunun tam tersidir. Şöyle ki kâfir ölünce; içinde yaşadığı çok güzel, geniş ve yeşil bir bahçeden çıkıp karanlık bir zindana giren kişinin durumuna düşer. Oradan bir an önce çıkmak ister ama artık çıkma şansı yoktur.
Ölüm bir yok oluş değil, geçici olan dünya hayatından sonsuz hayata geçiştir. Ölümden sonrası ya ebedî mutluluk veya acı ve elem dolu bir hayat olacaktır. İyilerin ölümü, kişinin sevdiğine kavuşması, kötülerin ölümü ise tüyler ürperten korkunç bir durumla karşılaşmasıdır.
Sadece bireylerin değil, milletlerin ve devletlerin de ömürleri vardır. Bu, ilahi bir yasadır. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır:
“Her milletin belli bir eceli vardır. Onlann eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilir, ne de öne geçebilirler.” (Araf 34)
Tarih boyunca dünya üzerinde nice milletler ortaya çıkmış ve pek çok devlet kurulmuştur. Fakat bunlar belirli bir süre varlıklarım ve hükümranlıklarını devam ettirdikten sonra ortadan kalkmış, yerlerine başkaları gelmiştir.
İbn-i Haldûn bu konuda şöyle diyor: “İnsanlar gibi devletlerin de tabii ömürleri vardır. Devletlerin ömrü, insanlara göre değişmekte ise de sınırlıdır. Nasıl ki insanın gelişme çağından duraklama çağına, duraklamadan gerileme dönemine gidişi varsa, devletlerin ömrü de gelişme, duraklama ve gerileme dönemlerine ayrılır ve sonunda çöker. Devletin sonu gelince artık onu ertelemek mümkün olmaz.”
Fertlerin ve milletlerin eceli olduğu gibi üzerinde yaşadığımız dünyanın ve kâinatın da sonu gelecektir. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirilmiştir.
“O öyle bir Rabdir ki sizi çamurdan yaratmış, sonra (her birinize) bir ecel tayin etmiştir. (Kıyametin kopması için) belirlenmiş bir ecel de onun katindadır.” (Enam 2) Bu kıyamet eceli olup kâinatın sonunun geldiği zamandır.
Başka bir ayette de yerlerin ve göklerin belirli bir süre için yaratıldığı şöyle beyan edilmiştir:
“Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanlan hak ve hikmete uygun olarak ve belirli bir süre için yarattık.” (Ahkaf 3) Kıyametin vakti ile ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“İnsanlar sana kıyametin vaktini soruyorlar. De ki “Onun ilmi ancak Allah katındadır.” Ne bilirsin, belki de kıyamet yakında gerçekleşir.” (Ahzab 33/63)
Ayetten açıkça anlaşılacağı üzere kıyametin ne zaman kopacağını Allah’tan başka kimse bilmiyor. Allah Teâlâ onun bilgi, sini kendi nezdinde saklı tutmuş, peygamberine bile bildirmemiştir. Kıyametin tarihi hakkında zaman zaman ortaya atılan söylentiler Kur’an’a aykırıdır ve hiçbir ilmi değeri yoktur.
Müslümanlann bu gibi asılsız söylentilere itibar etmemeleri gerekir.